Trans Pasifik ortaklığı: Yarın hiç olmayacakmış gibi neoliberalizm

İki ay önceki zombi neoliberalizm başlıklı yazımda 2008 krizinden sonra günümüz kapitalizmini finansal riskleri kontrol altına alacak, eşitsizlikleri azaltacak ve yeni bir büyüme evresi yaratacak şekilde reforme etmeye yönelik arayışların gündeme geldiğinden ancak krizin üzerinden altı yıl geçmesine karşın kayda değer bir dönüşümün gerçekleşmediğinden söz etmiş ve neoliberalizmin ideolojik olarak yıpranmış olsa da “oyunun kurallarını” belirlemeye devam ettiğini söylemiştim. Geçtiğimiz hafta Wikileaks’in Trans Pasifik Ortaklığı (Trans-Pacific Partnership- TPP) müzakerelerinden sızdırdığı ve konuyla ilgilenenler tarafından çokça tartışılan belgeler hem neoliberalizmin krize rağmen nasıl ayakta kalabildiğini açıklıyor hem de günümüz kapitalizminde milyarlarca insanın kaderini ilgilendiren kararların ne tür mekanizmalarla alındığını gözler önüne seriyor. 

TPP’yle başlayalım. Temelleri 2005’te atılan ve müzakereleri hala sürmekte olan TPP, Pasifik bölgesinde ABD’nin başını çektiği 12 ülke (ABD, Avusturalya, Brunei, Kanada, Şili, Japonya,Malezya, Meksika, Yeni Zelanda, Peru, Singapur ve Vietnam) arasında yapılması planlanan bir tür serbest ticaret antlaşması. Bölgede ekonomik entegrasyonu güçlendirmeyi amaçlayan antlaşma üye ülkelerin uluslararası ticaret, tarım politikaları, fikri mülkiyet hakları gibi bazı konularda bağlayıcı ilkeler çerçevesinde hareket etmesini, aksi halde de yaptırımlara maruz kalmasını öngörüyor. Özünde, ulus devletlerin yetkilerini sermaye lehine daraltacak ve bir tür “ekonomik anayasa” olarak işlev görecek tipik bir neoliberal yapılanma.  Eğer yürürlüğe girerse gelmiş geçmiş en büyük ekonomik antlaşma olacak, zira üye devletler toplamda dünya ticaret hacminin üçte birini gerçekleştiriyorlar ve GSYİH’leri dünya ekonomisinin yüzde 40’ını oluşturuyor. 

Antlaşmanın sözkonusu ülkelerin emekçi sınıfları için katastrofik sonuçlarından daha ürkütücü olansa müzakerelerin yürütülme biçimi.  Bırakın kamuoyuna açık tartışmaları ya da referandumları, ülkelerin yasama ve yürütme aygıtları dahi müzakerelerin içeriğinden haberdar değil. Tamamen gizli yürütülen müzakereler, ülkelerin ticaret bakanları ve onların “davetlileri”nden oluşuyor. “Ticaret danışmanı” sıfatıyla müzakerede yer alan 566 katılımcıdan 480 tanesinin büyük sermaye gruplarından temsilciler olduğu ifade edilirken geri kalanının da büyük sermayenin sözcüsü konumundaki akademisyenlerden, stk’lardan ve birkaç göstermelik sendika temsilcisinden ibaret olduğu belirtiliyor. 

Wikileaks’in 2013 yılında antlaşmanın fikri mülkiyet hakları bölümüne dair görüşmeleri sızdırması  büyük infial uyandırmıştı. Zira, görüşmeler üye ülkelerin fikri mülkiyet yasalarının yeniden yazılmasını ve daha önemlisi ülke yasalarının üzerinde yaptırım gücü olan yeni bir fikri mülkiyet rejiminin inşa edilmesini öngörüyordu. İlaç sanayiinden, tohum üretimine ve sanatsal-kültürel yayın faaliyetlerine bir dizi alanı büyük sermayenin mutlak boyunduruğuna almayı amaçlayan bu görüşmelere karşı doğan tepki müzakerelerin yürütülüş biçimine hiçbir etkide bulunmadı. Wikileaks geçtiğimiz hafta 25 Mart tarihinde antlaşmanın yatırım bölümüne dair yeni belgeleri kamuoyuyla paylaştı. Belgeler yatırımcıların yani çokuluslu büyük şirketlerin karşısına  sağlık, çevre, finansal işlemler, enerji ve su kullanımı gibi alanlarda kısıtlayıcı düzenlemeler getirildiği takdirde şirketlere sözkonusu devletleri dava etme ve tazminat talep etme hakkı veriyor. Sözkonusu davaların , egemen devletlerin yargı aygıtlarının üzerinde çalışacak ve küresel sermayeden başka kimseye karşı sorumlu olmayan teknoktrat hukukçulardan müteşekkil özel  mahkemeler tarafından görülmesi planlanıyor. 

Dahası var, tüm bu gizlilik ve siyasi katılım süreçlerinden izole edilmişlik yetmiyor ki Obama yönetimi TPP antlaşmasının ABD kongresi’nde oylanması öncesinde nadiren başvurulan “hızlı şerit” uygulamasını geçirmeye çalışıyor. Eğer uygulama kabul edilirse TPP antlaşması olağan durumlarda olduğu gibi madde madde oylanmayacak, itirazlar ve düzeltmelerle vakit kaybedilmeyecek, bunun yerine 90 gün içerisinde bizdeki torba yasa uygulamasına benzer tek bir evet-hayır oylamasıyla yasa geçirilecek. Tüm bu olağanüstü önlemler, yasamanın zaten büyük sermayeyle içiçe olduğu, siyaetçilerin olağanüstü güçlü şirket lobilerinin elinde oyuncak edildiği ABD kongresi için alınıyor. Üstüne üstlük, ABD antlaşmadan görece daha karlı çıkacak, bir anlamda antlaşmayı dayatan ülke konumunda. Eli daha güçsüz olan ülkelerdeki uygulamaları varın siz düşünün.

Özetlersek, TPP antlaşması, küresel sermayenin “elini kolunu bağlayan” düzenlemelerden egemen devletleri ve onların parlamenter-hukuki sistemlerini baypas edecek yeni bir ulusüstü idari yapılanma yoluyla kurtulma çabasını ifade ediyor. Yürürlüğe girdiği takdirde, yasama aygıtları ve dolayısıyla formel siyasi katılım mekanizmaları biraz daha etkisizleşecek, bu mekanizmaların üstünde işleyen ve sermaye dışında kimseye sorumluluğu olmayan teknokratik yapılanmalar yeni bir mevzi daha kazanmış olacak. Zaten neoliberalizm tam da bu demek.  

Tüm bu gelişmelerin 2008 şokuyla denetimsiz finansal piyasalarının katastrofik sonuçlarının ortaya serildiği, sermayeyi dizginleyecek düzenlemelerin gerekliliğin yaygın kabul gördüğü, neoliberalizmin  vadesinin dolduğunun ilan edildiği bir dönemde yaşandığını hatırlatalım. “Gezegen A.Ş’nin icra komitesi”  batan onca bankaya, kopan onca gürültüye rağmen hiçbir şey olmamış gibi ve de yarın hiç olmayacakmış gibi yoluna devam ediyor. Neoliberalizm bir kez daha kendi yarattığı krizi fırsata çevirererek ve bu sayede derinleşerek ilerliyor. 

Dünyanın öbür ucundaki bu gelişmelerin bizimle ne ilgisi var diyebilir miyiz? Diyemeyiz zira yazı boyunca yaptığım anıştırmalardan da anlaşılabileceği gibi  AKP’nin iktidara gelmesinde ve onca badireye rağmen hala iktidarda olmasında sermaye sınıfının parlamenter ve hukuki “mızmızlanmaları” bertaraf edebilen, sermaye reformlarını tıkır tıkır geçiren “güçlü yürütme” aşkının büyük payı bulunuyor. Son günlerdeki T.C.A.Ş meselesi de AKP içerisindeki çatlaklar da başkanlık sistemi üzerine dönen güncel tartışmalar ve büyük sermaye temsilcilerinin konuyla ilgili demeçleri de benzer dinamiklerin ürünü. Tartışmaya devam edeceğiz.