Üç oda bir saray

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyelerinin “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” başlıklı bildiri nedeniyle gözaltına alınmalarının ardından meslek odaları yeniden gündemde. TTB üyeler bir süre sonra serbest bırakılsalar da üç büyük meslek örgütü, yani TTB, TMMOB ve TBB bu kez daha kapsamlı bir hazırlık dahilinde iktidarın hedefine girmiş durumda. Geçen hafta bir dizi konuşmasında bu konuyu gündeme getiren Erdoğan, klasik retoriğiyle odaların “hücre evine”, “terörist yuvasına” döndüğünü söyleyerek söz konusu kuruluşları hedef gösterdi. Dahası bu meslek örgütlerinin isimlerindeki Türk/Türkiye ifadelerinin Bakanlar Kurulu kararıyla kaldırılacağını ilan etti. Anayasa’nın 135. Maddesi uyarınca kurulmuş, kamusal tüzel kişiliğe sahip, isimleri, işleyişleri ve yetkileri kanunla belirlenmiş bu kuruluşların statülerinde Bakanlar Kurulu kararıyla değişiklik hukuken mümkün değil. Yine de muhtemeldir ki önümüzdeki haftalarda bu yönde girişimlere tanık olacağız.

Meslek odalarının konumları elbette ilk kez tartışma konusu olmuyor. AKP’li yıllarda odalar defalarca hedef tahtasına oturtuldu. Erdoğan daha 2008’de “Yapılacak olan birçok şeyi biz şu anda yapamıyorsak, inanın bu odalar sebebiyle yapamıyoruz. Danıştay’a dava açarlar, bilmem nereye dava açarlar bunlar yapılmasın diye. İstemiyorlar çünkü halka çok uzaklar ve her şeye yaklaşımları ideolojik” demişti. Sonrasında odalar, sırayla vesayetçilikten Ergenekonculuğa, faiz lobiciliğinden, paralel yapı destekçiliğine, artık dönemin favori iç mihrakı neyse, çeşitli şekillerde itham edildiler.

Bu saldırgan tutumun ardında elbette çok belirgin bir hazımsızlık var. Onca çabaya, dökülen onca paraya rağmen, oda seçimlerinde “milli irade” bir türlü arzu edilen doğrultuda tecelli etmedi. Yani, yandaş listeler hiçbir zaman kayda değer bir başarı sağlayamadılar. 15 yıllık iktidarında ordu, yargı, polis gibi kritik devlet kurumları üzerinde hakimiyet sağlayan; parlamenter muhalefeti, anaakım medyayı hizaya çeken; bazen havuçla bazen sopayla sermaye örgütlerini arkasına alan; kendisini bilakaydüşart destekleyecek vakıflar ve dernekler aracılığıyla bir “yerli ve milli sivil toplum” ağı yaratan iktidar, meslek odalarına bir türlü boyun eğdiremedi.

Üç meslek odası arasında, özellikle TMMOB ve TTB, belirgin bir şekilde sol/sosyalist değerlerin hakimiyetinde kuruluşlar. Bunda 1970’lerin keskin sınıf karşıtlıkları döneminde tercihini emekçi sınıflardan yana kullanan öncü kadroların oluşturduğu geleneğin payı büyük. 1980 sonrası her alanda dramatik bir mevzi kaybı yaşayan solun meslek odalarında istisna oluşturabilmesi bu ısrarlı gelenek sayesinde mümkün olabildi. Bu kuruluşların siyasi konumlanışlarının her zaman bütünüyle problemsiz olduğunu söyleyemesek de, iktidarın hamlelerine karşı son derece etkili bir kamusal çıkar savunusu gerçekleştirdiklerini inkar edemeyiz.

Yeri gelmişken söyleyelim, dünya üzerinde doktorluk, mühendislik, avukatlık gibi toplumsal statüsü yüksek meslek gruplarını temsil eden örgütlenmelerde solun baskın ton olması, kural değil istisnadır. Bu tür örgütler tipik olarak sağ kanat seçkinciliğin ve kariyerizmin yatakları olma eğilimindedirler. Sözgelimi, Latin Amerika ülkelerinde TMMOB muadili kuruluşların yöneticilerini, gerek siyasal konumlanış, gerek devletle ilişkiler, gerekse tüketim kalıpları açısından sermaye temsilcilerinden ayırt etmek pek kolay değildir. Başka yerlerde mesleki lobicilik ve burjuva siyasetine kadro yetiştirme işlevi gören kuruluşların Türkiye’de sosyalist muhalefetin etki alanında olmaları, sosyalizmin bu topraklardaki güçlü kamucu damarının bir sonucudur.

AKP’li yılların liyakati, mesleki standartları, kamusal çıkarı hiçe sayan hoyrat iklimi, bu kuruluşları doğal olarak iktidarla doğrudan bir şekilde karşı karşıya getirdi. Sonuç olarak, bu dönemde sağlıkta dönüşümün yıkıcı etkilerine karşı TTB, rant uğruna kentleri beton yığını hale getiren inşaat furyasına karşı TMMOB, hukukun askıya alınmasına karşı TBB kayda değer muhalefet odakları haline geldiler.

Şimdi isim değişikliğiyle amaçlanan, odaları zorunlu üyelik esasından isteğe bağlı üyelik esasına geçirmek, bir meslek kolunda birden fazla birliğin önünü açmak ve bu yolla odaları yarı kamusal kuruluşlar olmaktan çıkarıp dernek statüsüne düşürmek. Saray, böylelikle ne ele geçirebildiği ne de hizaya sokabildiği bu kuruluşların kamusal statülerini ve yetkilerini ellerinden alarak onları etkisizleştirmek istiyor. Böyle bir gelişmenin bir “yandaş oda” furyasına yol açacağını tahmin etmek zor değil. Daha önce de denenmiş fakat başarısız olmuş bu girişimlerin bir kez daha boşa çıkarılması şart. Aksi takdirde, hacamatçılarla birlikte “dik dur eğilme” açıklaması yapan Ak tabip odaları, yandaş müteahhitlerle birlikte mega proje açılışı yapan Ak mimar odaları, Adalet Bakanlığıyla birlikte “Anayasa Mahkemesi akıllı olsun” diyen Ak barolar görmek işten bile değil.