Kültürel iktidar

Seçim şarkıları ve 15 Temmuz afişleri çalıntı çıktı; heykelleri hiç Rönesans olmamış gibi; mizah dergileri insanlık adına üzüntü verici derecede sığ; restoratörleri yapsatçı müteahhitler gibi çalışıyor; kültür merkezleri düğün salonlarından farksız; mimarileri eklektik, tutarsız ve görgüsüz; tarihçileri tahrifatçı; gazetecileri yalaka, yalancı ve tetikçi; sosyologları yıllardır “Biz Batı'dan bambaşka bir dünyayız” teranesini geveleyip duruyor; felsefecileri Ortaçağ'da bir yerlerde takılmış kalmış, kanal kanal gezen stratejistleri ”algı operasyonu” ve “üst akıl” çorbası üzerine çeşitlemeleri analiz diye yutturmaya çalışıyor.   

Fazıl Say’ın karşısına Sagopa Kajmer’le, ODTÜ’nün karşısına Sabahatttin Zaim Üniversitesi’yle, Türk Tabipler Birliği’nin karşısına Hacamatçılar Derneği’yle çıkıyorlar.

Vaktiyle bu işlere görece daha rafine yaklaşıyorlardı. Bonservisi elinde “solcu” kültür bakanı transfer etmişlerdi, Gülencilerin alandaki bağlantıları daha gelişkindi ve iyi kötü sol liberaller vardı. Şimdi arkalarında beş on tane çaptan düşmüş Saray ünlüsü dışında kimse kalmadı. Onlar da ihale peşinde. Biraz mürekkep yalamış eski kadrolarını küstürdüler. Ortalık kifayetsiz muhterislere, şarlatanlara, amigolara kaldı.     

Hasılı, yandaş krallıkta bir şeyler fena halde çürümüş vaziyette.  AKP etrafında kümelenen çevre kendisine sunulan cömert kaynaklara rağmen entelektüel alanda tam bir fiyasko olmaya devam ediyor. Onca debdebe, tantana, fon ve teşviğin çıktısı kültürde, sanatta, bilimde dramatik bir başarısızlık. 15 yıldır iktidardalar. Koca bir devlet aygıtını ele geçirdiler ama kültürel iktidarı bir türlü ele geçiremiyorlar.

Bunu biz değil kendileri söylüyorlar.

Ordu, polis, YSK ellerindeyken kültürel iktidarın ne önemi var diyebilir miyiz? Yoksa belirli alanlara hala nüfuz edememeleri içimizi rahatlatmaya yetmeli mi? Yanıtlamaya çalışalım.

Öncelikle, her kapsamlı hegemonya projesi kurucu bir ideolojiye, bir “ruh”a, bir değerler sistemine yaslanmak zorundadır. Böyle bir ideolojik kapasite, uzun vadede en az iktisadi ve siyasi kaynaklar üzerindeki kontrol kadar hayatidir. Bu yönüyle bakıldığında AKP, uzun vadeli bir hegemonya için gereken ideolojik kapasiteden yoksun. Bu sayfalarda daha önce defalarca yazıldığı gibi kültür alanında da eski rejimi tasfiye etmeyi başardılar ancak yenisini kuramıyorlar.

Kentli, eğitimli nüfusu kendisine bu denli yabancılaştıran, nitelikli entelektüel üretim alanında bu denli becerkisiz bir gücün tökezlememesi imkansız. Kısacası, AKP’nin kültürel iktidarsızlığı sol için bir züğürt tesellisi olmadığı gibi hafifsenecek bir mesele de değil.

Dahası, sorunun bir kısmı yapısal. Fonla, ödenekle, kültür çıkarmasıyla çözülemeyecek bir boyutu var. Dün ak dediğine bugün kara diyen, her alanda günü kurtarmaya yönelik hareket eden bir iktidarın bu tür bir ideolojik çekim geliştirmesi mümkün değil. Nasıl mümkün olsun ki? Aylardır ABD karşıtlığı üzerine bina edilen sahte söylemin bir gecede yerle bir oluşuna daha dün hep birlikte tanık olmadık mı? Artık meşhur olmuş videoda “Müslüman Uyuma” diye başlayıp devamını getiremeyen kafası karışık küçük mücahide üzülmemek mümkün mü?

Ve fakat, AKP’nin kültür alanına müdahalelerinin bütünüyle yönsüz ve beyhude olduğunu iddia etmek mümkün değil. Bu konuda son yıllarda belirginleşen üçlü bir stratejiden bahsetmenin mümkün olduğunu düşünüyorum.

Birincisi, özellikle kültür endüstrisinin parçası olarak değerlendirebileceğimiz dizi sektöründe niteliksiz olsa da kendi amaçları açısından işlevsel bir alan tutmayı başardılar. Devasa bütçelere sahip Diriliş, Payitaht, Fatih gibi tarihsel diziler son derece lümpen, karikatür ve hamasi de olsa Yeni Türkiye için bir resmi tarih anlatısı kurgulayarak etkili bir endoktrinasyon görevi görüyor. Siyasal İslam’ın bir devr-i saadet olarak kurgulanan Osmanlı dönemine yönelik ilgisinin güncel siyaset belirlenimli kaba göndermelerle ve Holywoodvari aksiyon sahneleriyle buluştuğu bu pespaye eserler bir kesimi heyecanlandırmayı başarıyor.

İkincisi, özel olarak seçilmiş izlenimi veren bazı alanlarda kendi belirlenimlerinin dışındaki aktörlere karşı “yerli ve milli” alternatifler oluşturmaya çalışıyorlar. “Cumhurbaşkanlığı himayelerinde” düzenlenen bir dizi festival, yarışma vb. etkinlik bu kapsamda değerlendirilebilir. Geçtiğimiz günlerde kurdele kesme merasimiyle açılan Yeditepe Bienali’yle el yükseltmiş görünseler de, stratejinin en zayıf ayağını burası oluşturuyor. İktidarın var olan kültürel organizasyonlara alternatif yaratma hamleleri sıklıkla fiyaskoyla sonuçlanıyor.

Üçüncü ve en şiddetli müdahele biçimi ise kapsayamadıkları, satın alamadıkları, biat ettiremedikleri ya da hizaya sokamadıkları prestijli alanlara/kurumlara karşı doğrudan saldırı politikası gütmeleri. Belirgin bir aşağılık kompleksiyle güdülendiği belli olan bu politikanın en çarpıcı ve güncel örneği Boğaziçi Üniversitesi’ne karşı sistematik saldırı.

Gönüllerindeki rektör adayını seçtiremeyince aylarca beklediler, çözümü rektörlük seçimlerini bütünüyle kaldırıp kayyum rektör atamakta buldular, ardından üniversiteyle ilgisiz çakma bir dernek Erdoğan’ı üniversiteye davet etti. Erdoğan burada “Boğaziçi Üniversitesi bu ülke ve milletin değerlerine yaslanmadığı için uluslararası planda beklendiği yere gelememiştir” tespitini yaptı ve kısa bir süre sonra savaş karşıtı öğrencilerin yaka paça gözaltına alınmasıyla sonuçlanan provokasyon yaşandı.    

Solun kültürel hegemonya alanındaki bu üçlü stratejiyi nasıl karşılayabileceği üzerine bir fikir egzersizi ayrı bir yazının konusu olsun. Şimdilik şöyle bir özet sonuçla yetinelim. Bir, AKP’nin kültürel iktidarsızlığı, “Yeni Türkiye” yolunda önemsiz sayılamayacak bir engel. İki, sol bu konudaki üstünlüğünü gerekirse ifade etmekten kaçınmamalı. Üç, iktidar tarafından kapsanamayan nitelikli entelektüel üretim alanının giderek radikalleşmesi düzen için ciddi bir ideolojik kriz dinamiği, sol içinse önemli bir fırsat oluşturuyor. Dört, farklı muhalefet dinamikleriyle buluşmayı önüne koymayan ve dar bir alan savunmasına yönelik ortalamacı çizgi kaybetmeye mahkum. Ve son olarak, gerçek ve devrimci bir sol kültürel atılım her zamankinden daha acil bir ihtiyaç olarak önümüzde duruyor.