Mağduriyet olimpiyatları

Bundan 60 yıl kadar önce ABD’nin önemli bir kesiminde bazı meslekleri, bazı okulları, bazı mahalleleri yalnızca beyaz ırktan olanların erişimine açık tutan ırkçı yasalar yürürlükteydi. Beyazlar ve siyahları toplumsal yaşantıda mümkün olduğunca bir araya getirmemeye çalışan segregasyon politikası bir araya gelmenin kaçınılmaz olduğu durumlarda da beyazların üstünlüğünü garantiye altına almayı amaçlıyordu. Otobüslerde oturma önceliği dahi kurallarla belirlenmiş, siyahlara ancak ayakta bir beyaz olmadığı durumlarda oturma hakkı tanınmıştı. 1 Aralık 1955 tarihinde güneyin en ırkçı eyaletlerinden Alabama’da Rosa Parks’ın beyazlara yer verme zorunluluğuna uymayarak tutuklanması müthiş bir isyan dalgasının fitilini ateşledi. Resmi ırkçılık Medeni Haklar Hareketi’nin başını çektiği uzun ve zorlu bir mücadelenin sonucunda 1964’te tarihe karıştı. Bu tarihte geçen Medeni Haklar Yasası’yla birlikte ırk, renk, din, etnik köken ve cinsiyete dayalı ayrımcılık yasadışı hale getirildi.

Resmi ırkçılığın ilgasının ardından geçen 50 küsür yılda ABD’nin ırka dayalı eşitsizlikler ve ırkçılık problemini geride bırakabildiğini söylemek pek mümkün değil. Bu süre içerisinde ABD’li siyahların bazıları toplumsal hiyerarşinin kendilerine daha önce kapalı olan bölgelerine erişim sağladılar. Oprah Winfrey milyarder, Barrack Obama başkan oldu. Ne var ki, siyahlar, nüfusun en yoksul ve güvencesiz kesimlerini oluşturmaya, fiili bir mekansal ve toplumsal ayrışma içerisinde yaşamaya ve sistematik polis şiddetine maruz kalmaya devam ediyorlar.

Diğer taraftan, Trump’ın başkan seçilmesiyle birlikte fikirlerinin de iktidara geldiğini hisseden açık faşist hareketler her geçen gün taraftar sayılarını arttırıyorlar. Bu hareketlerden birisi olan Alternatif-Sağ (alt-right) adlı oluşum Beyaz Irkın Üstünlüğü (White Supremacy) düşüncesini canladırmayı amaçlıyor.Bu grup,  2017 Ağustos’unda Charlotesville’de yaptıkları gövde gösterisinde Amerikan İç Savaşı’nda köleliğin devamı için savaşan Konfederasyon güçlerinin bayrağının yanı sıra gamalı haçlı Nazi bayrağını dalgalandırmaktan da geri durmadılar.

Kısacası, ABD’nin bugünkü hali ırka dayalı eşitsizlikler ve ırkçılık probleminin kapitalizmin ötesine geçmeyen kimlik politikası eksenli liberal-çoğulcu bir anlayışla çözülemeyeceğinin somut kanıtı olarak önümüzde duruyor.

Dahası, söz konusu kimlik politikası ekseni bu tabloyu değiştirmeye aday olabilecek solcu/muhalif/radikal hareketleri de büyük ölçüde belirlemeye devam ediyor. Bu noktayı, son yıllarda yaygınlaşan iki tuhaf ve adını koyalım apolitik akım üzerinden tartışmak istiyorum. Birincisi, özelikle sosyal medyada yansımasını bulan ve “ayrıcalıklarına bak” ya da “imtiyazlarını kontrol et” şeklinde çevirebileceğimiz “check your privilege” akımı. Bu akım dahilinde muhalifler birbirlerini ırk, toplumsal cinsiyet, toplumsal tabaka kökeni (dikkat edelim sınıf değil) açısından sürekli bir imtiyaz testine tabii tutuyorlar. Bu akıl yürütme biçimine göre, örneğin üniversite mezunu beyaz bir erkek olmak sizi toplumsal hiyerarşi içerisinde oldukça imtiyazlı kılıyor. Bu imtiyazlar nedeniyle, farkında olsanız da olmasanız da, kendinizi var olan toplumsal düzenden nesnel olarak fayda sağlar konumda buluyorsunuz. Sonuç olarak, siz kendinizi ne kadar radikal sanarsanız sanın, imtiyazlarınız sizi var olan toplumsal sistemin paydaşı haline getiriyor ve muhalefet ehliyetinize gölge düşürüyor.

İkinci tuhaflık ise,  “mağduriyet olimpiyatları” (opression olympics) şeklinde çevirebileceğimiz ya da daha doğal bir ifadeyle “mağduriyet yarıştırma” olarak adlandırabileceğimiz akım. Aslında bu akımı ilk eğilimin doğrudan sonucu saymak mümkün. İmtiyaz kontrolü mekanizması muhalefet dilinin doğal bir parçası haline geldiği ölçüde, muhalifler arasında bir tür “en dezavantajlı kim” yarışı başlıyor. “Beyaz suçluluk”tan kurtulmak isteyen, hummalı bir aile soyu taramasına giriyor ve eğer büyük büyük dedesinde Cheerokee’lik bulursa kendisini mutlu hissediyor. Bu tür vicdan rahatlatma endeksli solculuğun kendisi gösterdiği bir diğer alan da yaşam stili üzerinden kurgulanmış bir siyasal varoluş. Bu varoluşta kişi organik ve sürdürülebilir tarım ürünlerini tükettiği, vegan beslendiği, “adil ticaret” sertifikalı ürünleri tercih ettiği, kişisel karbon emisyon değerlerini azalttığı sürece kendisini kapitalizme karşı vicdani görevini ifa etmiş sayıyor ve bu sayede geceleri rahat uyuyor. Elbette, ABD’de bu eğilimlerden azade bir dizi hareket ve akım var. Yine de, bu muhalefet kültürünün oldukça yaygın olduğunu söylemek mümkün.

Sonuç olarak, kimlik siyasetini ifrada vardıran bu yaygın örnekler muhalif hareketlerin sonsuz bir kimlikler okyanusunda boğulmalarına neden oluyor, onları bitmek bilmez varoluşsal dertlere ve iç çekişmelere sürüklüyor ve yalnızlaştırıyor. İmtiyaz kontrolü ya da mağduriyet yarışı türü apolitik tuhaflıkları kitlelere sosyalizmi taşıma perspektifinin yerine geçiren sol aslında kendi kendisini silahsızlandırıyor. Siyah/beyaz/hispanik/Asyalı, kadın/erkek, heteroseksüel/eşcinsel ve bilimum diğer kimlikler ekseninde onlarca parçaya bölünen muhalifler geniş kitlelerin memnuniyetsizliklerini düzen dışı sosyalist alternatiflere yönlendiremedikleri ölçüde, meydanı faşist hareketlere bırakıyorlar. Böyle bir muhalefet kültürünün, egemen sınıf için biçilmiş kaftan olduğunu hatırlatmaya gerek yok.

Türkiye’de sosyalist siyaset kültürü neyse ki bu tür eğilimlere bağışık demek mümkün mü? Evet, belki ABD’deki kadar belirgin bir ırksal ayrım coğrafyasında yaşamadığımızdan kimlikçiliğin sosyalist siyasete sirayet etmesinin sınırları var. Yine de, dikkatli okuyucu sözü edilen bazı eğilimlerin Türkiye’deki karşılıklarını sezmiş olmalı. Kürt Hareketinin güncel manevralarına dair her türlü eleştiriyi şovenlikle, ırkçılıkla, faşistlikle yaftalama eğilimi benzer bir kaynaktan beslenmiyor mu? Ya da Türkiye tarihinde eşi görülmemiş bir olay olarak milyonlarca insanın 81 ilin 79’unda meydanları zapt ettiği Haziran Direnişine bir tür mağduriyet yarışı üzerinden burun kıvırma eğilimine hep birlikte tanık olmadık mı? Hasip Kaplan’ın “HDP liderliğine sakın bir Türk göz dikmesin” açıklaması sonrası hepimizin gözü önünde yaşanan tartışmalar kimlik siyasetinin çıkışsızlığını yeterince göstermiyor mu?

Bugün ne yapmalı sorusunun yanıtı AKP iktidarına öfke duyan, düzene yabancılaşmış ve radikalleşmeye açık geniş kitlelere sade bir sınıf siyasetinden geçiyor, kimlikler karmaşasında boğulmaktan değil.