Yürüyen atın başı…

2011’in Şubatında çıkınımızda binlerce kitapla kameramanımız Oğuz ve Maltepe NHKM’den Deniz yoldaşla Diyarbakır’da buluşup Midyat- Nusaybin üzerinden Şırnak- İdil’e bağlı Akkoyunlu köyüne gitmiş, bir köy okulunun kitaplığına Nazım Çocuk Kitaplığı tabelasını çocuklarla birlikte çakmıştık. Şimdi İdil Halk Eğitim Merkezi’nde çalışan 1986-88 yılları Beytüşşebap’ından bir öğrencimin “Burada kitap yok hocam!” mailiyle başlayan ve örgütlü bir özverinin, imecenin ürünü olan Nazım Çocuk Kitaplığı’nın açılış kurdelesini ise Nazım adını ilk kez duyan Zilan, Siti ve Necla kesmişti.

Tayyip’in “Esad benim kardeşim” dediği, henüz Suriye’ye sataşılmadığı ve fakat, devletin kendi Kürdüyle didişmeye devam ettiği günlerdi. Asit kuyularıyla bilinen Cizre’nin orta yerinde, bir barikatın iki yanındaki şiddetli çatışmayı dehşetle izleyerek geçmiştik İdil’e…

Suriye sınırındaki İdil’de, Eğitim-Sen yönetimini ziyaretimizde sendika başkanı İdris hewal, bölgedeki çocukların anadili Kürtçe olduğu için okulda tanıştıkları Türkçeyle kendilerini sözlü ya da yazılı ifade edemediklerini şöyle anlatmıştı: “7 yaşına dek ben de hiç Türkçe bilmiyordum. Bilsek de kitap bulamazdık okumaya… İdil’in en ücra köyüne binlerce kitap götürüyorsunuz, keşke o okulun öğretmeni olaydım… Nazım Kitaplığı umarım o çocuklara ufuk açar, onlar da birer Nazım olup vatanlarının bağımsızlığı için ellerinden geleni yaparlar.”

Sonra Nazım’ın Seni Düşünmek şiirinden “fakat artık ümit yetmiyor bana /ben artık şarkı dinlemek değil/şarkı söylemek istiyorum” dizeleriyle bitirmişti sözlerini… Bugün olup bitenler tam da bu işte… Artık şarkı dinlemek değil şarkı söylemek isteyenlerin sesidir cezaevlerinden yükselen çığlık…

Kürtçe konuştuğu için dilini anlamadığım, Türkçe konuşmasını istediğim İdilli bir BDP’linin, tercüman aracılığıyla “Anadilde konuşma günümüz bugün… Ben Kürtçe konuşacağım, siz de kendi dilinizde konuşabilirsiniz” diyerek bana tebessüm etmesi de, bir anlık şaşkınlığıma “Bizi anlamanızı istiyoruz sadece…” deyişi de bugün cezaevlerinde 44. gününe giren açlık oruçlarının önemli bir gerekçesidir.

“Bugün birçok okulda İngilizce, Fransızca, Almanca eğitim verilirken, bu ülkenin dillerinden Kürtçe üzerindeki yasaklama ve kısıtlamalar savunulamaz.” diyenlerden biri olarak, yaşadıklarını ve kendilerini anlamamızı isteyen öğrencilerim için zulmün ve aşağılamanın önünde dün nasıl boyun eğmediysem, bugün de bir ana olarak insanlık onurumuz için bu Kurban Bayramı’na bedenlerini kurban ederek girenlerin anaları için bir şarkı söyleyeceğim Kürtçe ve Türkçe… Ölülerimiz ve acılarımız Kürtçe ve Türkçe yarıştırılmasın diye…

“Xwendin nehiştin li nav me kurdan/Ne hiş, ne bîr man ji êşû derdan/Şêx û began tev em kirne kola/Bê maf û bê cî berdane çola/Dan ser milên me darên dehola/Ger bêne kuştin, dayê tu megrî”

Okumayı yasakladılar biz Kürtlere/Unutturuldu her şey dertten ve acıdan/ Köle olduk ağalara beylere/Yersiz, haksız sürüldük çöllere/ Omuzlarımıza bindirilen yüklerle/Ölürsek eğer, ağlama sen anne

Bugün 25 Ekim… Beş gün sonrasını BDP “Topyekun Direniş Günü” ilan ederek Kürt yurttaşları "hayatı durdurmaya" çağırdı. 30 Ekim’de tüm AKP örgütlerine siyah çelenk bırakılacak. Çünkü, artık açlık grevleri kritik noktada… Ölümler beklenirken ama Adalet Bakanlığı "henüz endişe edilecek bir durum olmadığını" anlatırken, TTB "Şimdiye dek yaşanan açlık grevi tecrübelerimizden de biliyoruz ki, yaşamsal risklerin başladığı/başlayacağı günlerdeyiz" dedi. Mersin E Tipi Cezaevi'nde 7 çocuk tutuklu olmak üzere 12 Eylül'den bu yana 44 gündür 58 cezaevinde 635 kişiden, "açlık grevine ilk başlayan grup” kritik eşiği geçmiştir.

Bu noktada asıl kritik olan açlık grevindeki tutsakların taleplerinin dikkate alınması ve açlık grevlerinin kalıcı sakatlanmalar olmadan, ölümler yaşanmadan bitirilmesi iken yangına körükle giden Adalet Bakanlığı'nın "Kimsenin ölmesini istemeyiz. Ama yaşamsal tehlike olduğu zaman devletin müdahale hakkı var, müdahale edilir" deyişidir.

Biz onların müdahale yöntemlerini, "Hayata Dönüş" olarak adlandırdıkları cezaevi katliamından biliyoruz. 19-20 Aralık 2000’de 20 cezaevinde, F tipi cezaevlerine karşı başlatılan ölüm oruçlarını sözde "sona erdirmek" için 20 bin askerle yaptıkları adı "Hayata Dönüş" aslı “Hayatın Sönüş Operasyonu”nda 28 tutuklu ve hükümlü ile iki asker öldü. Bu katliamın davası 11 yıl sonra görüldü, 10 yıl sürdü, hiçbir rütbeliye dava açılmadı, fatura da tali görevdeki 39 ere kesildi.

DİSK, KESK, Eğitim-Sen, İstanbul Tabip Odası, ÇHD, Özgürlükçü Hukukçular, TKP, Halkevleri, HDK, EHP, Mezopotamya Kültür Merkezi, İHD, TUHAD-Der, 78’liler Girişiminin yer aldığı Cezaevlerini İzleme Koordinasyonu dün, açlık grevlerinin bitirilmesi ve tutsakların taleplerinin dikkate alınması için toplandı. TTB, grevdeki tutsaklarda ölüm semptomların başladığını, cezaevlerine girip tıbbi bakımda bulunamadıklarını, acilen sağlıklı içme suyu, tuz, şeker ve B1 vitamini verilmesi gerektiğini, grevcilere işkence ve kötü muamele yapıldığını belirterek “Tıbbi kontrol yapılmaması ağır insanlık suçudur. Adalet Bakanlığı zorla müdahalede bulunacağı sinyali verdi. Bu müdahaleler ölüm ve kalıcı sakatlıklara yol açacak” dedi.

Bugün Kurban Bayramı… “Rabbin İçin Namaz Kıl, Kurban Kes” suresini okuyanlar, “Kurban Bayramı'nda kardeşlik bağlarımızı daha sıkı tutarak idrak etmenin gayreti içerisinde olacağız” diyenler… Hadi gösterin kardeşliğinizi! Önce öldürüp sonra başına geçip ağlamayın! Atın maskelerinizi de ikiyüzlü hamaset kokan laf-ı güzaflarınızı da hadi…

Ey, "Yürüyen atın başına vurulmaz" diyen Adalet Bakanı! Yürüyen atın çiftesinden korkarsın da bu halkın gazabından korkmaz mısın? Anaların çığlığı arş-ı alaya çıkıyor, duyuyor musun?

“Koyunlar keçiler ve koçlar için ne kadar bayramsa Kurban Bayramı… Bu barış var ya, bu barış… Cephedekiler için o kadar barış!”

[email protected]