İlginç zamanlar…

Çinliler birbirlerini lanetlemek için "İlginç zamanlarda yaşayasın" dermiş “Başından dert tasa eksik olmasın” mealinde… O kadar uzaktan tutar mı bilmem ama Çinliler bize beddua etmiş sanki… Dünyanın neresinde bizimki gibi ilginç bir dönem yaşanıyor, bilen varsa beri gelsin.

İlginç zamanlar… Adalet böyle zamanlarda ilginç bir biçimde sapar yolundan… Gerçekler hep böyle ilginç zamanlarda ters yüz edilir. Demokrasi görünümlü faşizm böyle zamanlarda cirit atar hep böyle zamanlarda öter haklının değil güçlünün borusu… O borular “Savaş savaş” diye öterken, ilk görüldüğü yerde vurulur barış…

İlginç zamanların en ilgincini yaşayan yurdumda borusunu öttürenler içeride sendikacı, gazeteci, işçi, köylü, memur, öğrenci… Uçan, koşan, yürüyen ne varsa herkesle cenk ederek onlara hayatlarının en ilginç zamanlarını yaşatırken, dışarıda da komşularıyla cenk eder.

Albert Camus demişti "Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın!". Artık buralarda, 96 yaşında bana, “Herkes ölüyor, bu kadar uzun yaşamaktan utanıyorum hadi eyvallah” diyen anneannem dışında eceliyle ölen yok gibi sanki… Burada bir şeyler değil, her şey yanlış gidiyor artık… Savaşlar, hastalıklar, açlık, yoksulluk, intiharlar, işkenceler, yolsuzluklar, tehditler...

Yüzyıllar önce “Lordum, fikirlerinize asla katılmıyorum, lakin fikirlerinizi özgürce ifade edebilmeniz için canımı bile feda edebilirim” diyen Voltaire’i bile ele geçirse, seve seve ipini çekecek bir korku imparatorluğu yaratanlar, fikirlerini özgürce ifade edenlerin canını alacak, insanı insanlığından çıkaracak her şeyi yapıyor. Çünkü, onlar ümidin düşmanıdır…

“akar suyun /meyve çağında ağacın/serpilip gelişen hayatın düşmanı /Bursa’da havlucu Receb’e/Karabük fabrikasında tesviyeci Hasan’a düşman/fakir köylü Hatçe kadına, ırgat Süleyman’a düşman/sana düşman, bana düşman/düşünen insana düşman/vatan ki bu insanların evidir/sevgilim, onlar vatana düşman…”

İnsanlık onurunu teslim etmeyenlerin başına gelenleri görüp hizaya geçenler de var, Muğla’da İçişleri Bakanını ''Taklacı Bakan Muğla'dan defol'' diye karşıladıkları için 10’ar yıl hapis cezasıyla dün ilk duruşmalarına çıkıp “Teslim olmayalım Halil’im” türküsünü düşmana inat söyleyen TKP’li gençler de var.

Başbakanlarının savaş nidalarını uslu uslu dinleyen çocuklar da var, Samsun’da dün tramvay yoluna kendilerini zincirleyip ‘Savaş hükümeti istemiyoruz, yapılan zamlar geri çekilsin’ dediği için polis tarafından saldırıya uğrayıp gözaltına alınan SDP’li gençler de var. Dün gözaltındayken görüştüğüm “Savaşa hayır dediğimiz için bize saldırıyorlar abla” diyen SDP’li genç kardeşimle birlikte uğurladık, Samsun’da özel bir firmanın inşaatında 10. katından düşerek ölen inşaat işçisini…

Samsun’da HDK İl Meclisi Barış Şöleninin günler öncesinde Sırrı Süreyya Önder de katılacağı için faşistlerin örgütlemeye çalıştığı ama şölen gecesi sadece bir provokatörün sahne alabildiği etkinlik gecesi gerilime alet olmayanlar da var bu kentte, dökülen kan üzerinden “İçeride ve dışarıda savaş!” diyenlerin payandası olanlar da…

Konserden konsere görüşür olduğum dostum İlkay Akkaya, Ferhat Tunç ve Suavi birlikte söyledi ilk barış türküsünü… Sonra İlkay’a bıraktılar sözü… Uludere’de kazada yaralanan askerler hayata tutunmaya çalışırken onların yardımına yine aynı yerde çocukları ölen Kürt anaların koştuğunu anımsatarak “Ülkemizin ihtiyacı olan işte böyle bir kardeşlik, yoldaşlık, annelik duygusudur.” dedi, “Anneler bitirebilirler savaşları… Ölülerimiz, acılarımız yarıştırılmasın! Anadolu’nun bu sağduyuyu göstereceğine inanıyorum” diyerek söyledi türküsünü:“Diken sarmış güllerimi deremiyorum, gülden nazik ellerini uzat bana…”

Gülden nazik ve belki bir o kadar dikenli ellerimizi birbirimize uzatma günlerindeyiz. Herkesin, her şeyin sesini kısmak isteyenlere inat… Omzumdan tutup beni, “Neden uzaksınız bize?“ diye soran Ferhat Tunç’un gözlerindeki kızgın bakışlara inat, uzakları yakın etme günlerindeyiz.

“Parti kurmak, turşu kurmaya benzemez!” diyen Hikmet Kıvılcımlı’yı bize yadettiren dışı yeşil, içi kırmızı sallabaş ‘yetmez ama evet’çilere de, “Üç saatte Şam’a varırız” diyen savaş bezirganlarına da, iki sene sonra pişman olup “Kandırıldık” diyen Adalet’imize de, kandan kına yakmaya kalkanlara da “Biz buradayız!” deme günlerindeyiz…

Sayelerinde Alevisiyle, Kürdüyle, Türküyle, KCK’sıyla, Ergenekonuyla aynı çuvala konulanların ve bu memleketin bütün emekçilerinin, ezilenlerinin, kendileri gibi düşünmeyen herkesin ötekileştirildiği ilginç zamanların en ilgincini yaşarken hepimiz, hep birlikte… ‎"Ben orucu ölümümle/ölümümle açıyorum/sizde bayram telaşı /gram gram ölüyorum” diyen canların da, kanser hastası olmasına rağmen üç yıldır Silivri’de tutulup oğlunun cenazesinde bile geceyi cezaevinde geçiren Fatih Hilmioğlu’nun çığlığını da duyma günlerindeyiz…

Orada, o karanlık tünelin içinde kalmayı tercih edenler, susup üç maymunu oynayanlar, dönenler, sallabaşlar, vazgeçenler, dedikleri her “evet” için pişman olacaklar, çünkü bu yangın yerinden kimse sağ çıkamayacak!

“Olmak ya da olmamak bütün mesele bu!”. Bu ilginç, bir o kadar karanlık zaman tünelinin ucundaki ışık da işte orada!.. Ya bizi zapt u rapt altında soktukları o tünelin içinde kalacağız ya da yürümeye devam edeceğiz, karanlıklar aydınlığa çıkana dek… Durmak ölümdür! Durmak karanlıktır!

“Artık ülkemizde öyle haksızlıklar yaşanmakta ki, çoğumuz hangi birine nasıl yardım edebileceğimizi düşünmekten yorulur hale geldik. Pek çok aydın dostumuz, gazeteciler, şu an bilinmeyen, anlaşılmayan sebeplerden ötürü hapistedir. Bu öyle bir çağ ki, tarif edemiyorum. İnanın, bana en çok Nazi Almanyası’nı hatırlatıyor. Hiçbir suçum yok. Hiçbirimizin hiçbir suçu yok. Biz çağdaş bireyleriz, sürü değiliz” diyen Fazıl Say gibi…

“Madem karanlık bir dönem, o zaman aydınlatalım!”

Yüreğimizin kanını içelim de boyun eğmeyelim!

[email protected]