Adalılar...

Belma Nur Kartal'ın “Adalılar...” başlıklı yazısı 8 Nisan 2013 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Hücredeki Adalının Rüyası... Karadenizli Mahir Çayan hücredeyken yazdı bu şiiri… Mahir’in düşünü paylaşanların adı oldu daha sonra Adalılar… Bir ada anlatır Mahir şiirinde… “Satılmışlığın, kahpeliğin, riyakarlığın, adiliğin ve her çeşit/ aşağılık ve her çeşit yabancılaşmanın karışımı olan/ karanlık denizinin ortasında / güneşi batmayan bir ada/ Biz ada sakinleri bilmeyiz karanlığı/ karanlık cüceleri, acuzeler, dürzüler/ yarının Türkiyesi’nin hayvanat bahçesinde teşhir edilecekler” der.

Mahir de, yoldaşları da yarının Türkiyesi’ndeki güneşi batmayan o adayı göremedi. Karanlık denizinin ortasında, eskisinden de karanlık bir ada şimdi ülke… Dünün karanlığı bugünün karanlığını büyütüp besledi dünün satılmışlığı bugünün kahpeliğini palazlandırdı.

“Asmayıp da besleselerdi” bugün 55 yaşında olacak bir Necdet Adalı vardı. 12 Eylül’ün ilk idamı… Hani şu 2010 referandumunun “hayır”sız solcuları iç huzuruyla “evet” desin diye Başbakan’ın şiir okuyup ağladığı Adalı… “Yetmez ama evet”çiler, “inşallah sosyalizm gelecek”çiler, hepsi “inşallah barış gelecek”çi oldu şimdi... İnşallah yoldaşlar, maşallah mümin kardeşler!

Bugün biz Adalılara, Adalılar ve yarının sosyalist Türkiyesi uğruna tüm yitirilenler memlekete yanıyor. 1980’lerde yükselen devrimci dalga, dün 12 Eylül darbesiyle durdurulup Necdet, Erdal, Mustafa, Kadir, Veysel, Ahmet, Serdar’ın başını nasıl yediyse bugün de yemeye devam ediyor. Bizim çocuklarımızın ipini çekenlerin iktidarında hangi zulüm bitti ki savaş bitecek insanlık onuruna dair ne geldi ki barış gelecek! Fabrikalara, tarlalara gelmeyen barış, dağlara gelir mi? “Bu ülkede herkes birinci sınıf” deyip birinci sınıf faşizmle üç öğün açlığa yatıranların iktidarından civciv çıkar, kuş çıkar ama barış nah çıkar!

Adalılar türkü söylerdi, susardı darağaçları… Onların türküsü sosyalizmdi, ülkesinin bağımsızlığıydı. İdama giderken “Amerikan emperyalizmine ve onun uşaklarına karşı mücadele verdim” diye mektup yazan Ahmet Saner’in türküsünü, “Ülkemin bağımsızlığı ve halkımın kurtuluşu için inanarak mücadele ettim. Ülkeyi yabancılara peşkeş çekenler ve bir avuç işbirlikçi mutlu azınlık onlarla işbirliği yapmaktadır. Halkıma ise zam, işkence ve ölüm reva görünmektedir” diye ailesine mektup yazan Veysel Güney’in türküsünü unutanlara maşallah!

Şimdi Adalıların uğruna can verdiği “Amerikan emperyalizmine ve onun uşaklarına karşı” savaş değil, barış zamanıdır! Cellatlar konuşurken kürsülerden, darağaçlarının söyleyecek sözü yokmuş gerçekten! Hiçbir şey eskisi gibi değil, olmayacak da… Değişiyor, bozuluyor her şey… Değişmeyen tek şey Adalıların türküsü ve ailelerine bıraktığı son mektup…

Şimdiki adalılar da mektup yazıyor. Ailelerinden başka herkese, her yere… En çok da cellatlarına! Adalar, mektuplar, kurtarıcılar, akiller... Kel başın şimşir tarağı listeye bak ister barışa tilili çek, istersen bir of çek karşıki dağlar yıkılsın.

Dağları bilmem de Akil İnsanlar Heyeti’nin Dolmabahçe’sinde bilmem kaç üyesi cezaevlerinde çürüyen KESK Başkanı Lami Özgen’i görmek KESK üyelerinin çoğunu yıktı geçti. 10 Nisan’da hakim karşısına çıkıp “terör örgütü üyesi olmadığını” ispatlayacak olan Özgen, iktidarın savcısına göre tutuklanmalı. Hem “bölücü” olduğu iddia edilen hem de “akil insan” olup greve değil göreve çağrılan Özgen, “Bu, Türkiye’nin trajedisidir” diyor. Ama asıl trajedi, boyun eğmeyi reddetmemekte başlıyor. Asıl trajedi, bu “barış oyunu”nun figüranı olmakla başlıyor. Çok bozuldu herkes, çok değişti her şey! Ne barış barışa, ne savaş savaşa benziyor.

Amerikan yapımı Lost diye bir dizi vardı. Türkçesi Kayıp… Kürtçesini bilmiyorum. Adada mahsur kalan kazazedeleri, adada keşfettikleri gizemleri, sırları, ihanetleri, aşkları, kaçışları anlatan bir diziydi. Okan Bayülgen yapımı bir videoda, dizinin kötü biten finaliyle ilgili bir replik vardı. O replik gibi artık “son süreç”...

- Lost’un sonu nasıldı ya?

- Lost çok bozdu, baya bozdu! İnanılmaz bozdu, acayip bozdu öyle böyle değil çok fazla bozdu yani. O kadar bozdu, o kadar bozdu ki önünü alamadık, öyle kötü bozdu yani. Bozdu, bozdu, bozdu, bir yerden sonra bozmaz diye bekledik, daha da bozdu. Artık bozmasın dedik, iyice bozdu. Bozdu, bozdu gitti yani. Bıraktım ben de bu Lost’u... Daha nasıl bozulur ya, dedim daha fazla bozulmaz herhalde dedim. Bir yerde duracak bunun bozulması diye bekledim ama gene bozdu.

- N’oldu peki?

- Valla ben izlemedim!