Korku

İşçi sınıfının “Birlik, Dayanışma ve Mücadele” günü 1 Mayıs’a dönük hükümetin gösterdiği refleks başka neyle açıklanabilir ki?
Korku...
Türkiye’de 12 Eylül Darbesi’yle bir korku cumhuriyeti kurulmuştu. Arkasından AKP hükümeti eliyle ve “Yetmez ama evet” desteğiyle “İleri Demokrasi”ye geçilirken, meselenin 1980’de gerçekleştirilen darbenin eksik kalan misyonunun tamamlanmasıyla ilgili olduğu açıktı.
Bu misyonla hareket eden hükümetin icraatlarının artık tek bir doğrultusu var: Korku cumhuriyetini kurumsallaştırmak.
Önceki gün DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin oluşturduğu 1 Mayıs Komitesi’nin yapacağı basın açıklamasına engel olundu ve Taksim’de sendikacılara polis terörü estirildi.
12 Eylül 1980’den sonra ilk kez 1 Mayıs çağrısının yapılacağı basın açıklaması yaptırılmadı, sendikacılar gözaltına alındı. Üstelik, sendikacılara kentin göbeğinde dakikalarca işkence yapılarak...
Gezi eylemlerinin tekrar başlaması hükümeti alabildiğine korkutuyor. Korkan hükümet korkutmaya çalışıyor. Yandaş basın korku ve dehşet senaryoları kuruyor. 1 Mayıs için Kayseri’yi seçen Hak-İş gibi yandaş sendikalar görevlerini yerine getirip 1 Mayıs’ı cılız ve gözlerden uzak kentlerde kutlamaya hazırlanıyor.
Hükümet sözcüleri Taksim’de büyük bir kalabalığın toplanmasına asla izin vermeyeceklerini beyan ediyor. Başbakan ise hızını alamıyor, 1 Mayıs’ta sadece Taksim’i değil, Türk-İş’in başvuru yaptığı Kadıköy’ü de gelecek yıllarda yasaklayacaklarını açıklıyor.
Korkmakta haklılar. Çünkü son yıllarda Gezi eylemleri dışında toplumsallaşabilen ve hükümetin meşruiyetini aşındıran eylemlerin aktörü emekçilerdi. TEKEL direnişinin, kabusları haline geldiğini biliyoruz. Bu gerçek, tapelerle de ortaya çıkmıştı. 2013 yılına damgasını vuran ise Yatağan işçilerinin eylemi oldu. Geçen hafta, başkente taşıdıkları direnişlerine yönelen polis şiddetinin derecesi de yine aynı korkuyla ilgiliydi.
1 Mayıs öncesi yaratılmaya çalışılan atmosferin bir başka boyutunun ise bir “alan inatlaşması” görüntüsü oluşturmak olduğu anlaşılıyor. Geçen yıl, hükümet bunda kısmen başarılı da olmuştu.
Seçim yılında düzen siyasetinin tuhaf denklemleri ve karanlık hesaplarına boğulan memlekette, işçi sınıfının tavrını ortaya koyması ve sesini yükseltmesi gerekirken 1 Mayıs’ın bir “alan inatlaşması” ve polis şiddeti ile hatırlanmasına izin verilmemelidir.
Hâlâ vakit var.
1 Mayıs, İstanbul Taksim’de tarihsel anlamının yanı sıra TEKEL direnişinin ve Yatağan işçilerinin sesinin “Gezi Ruhu” ile birleştiği bir gün haline getirilmelidir.
Ekmeği ve onuru için yaşayan ve mücadele eden tüm emekçilerin el ele kol kola bayramlarını kutlamalarının en doğal hakları olduğu anlatılmalıdır.
Çalınan milyarlarca doların sermaye düzenini daha da sağlamlaştırdığı ve bu kirli çarkın en fazla patronların işine geldiği gösterilmelidir.
Daha dün Yap-İşlet-Devret modeliyle yapılacak olan “Çılgın Projeler”i yapan şirketlerin borçlarına sessiz sedasız Hazine garantisi getiren hükümetin aslında kimin için işbaşında olduğu ortaya konmalıdır.
1 Mayıs çalışmaları bu eksende kurulmalı, işçinin birlik, mücadele ve dayanışma gününün altı doldurulmalıdır. Ülke dikta heveslisi bir iktidar tarafından her geçen gün karanlığa sürüklenirken 1 Mayıs’ı kutlamanın bir hak olmanın ötesinde “memlekete sahip çıkma” ile ilgili olduğunun altı çizilmelidir.
Korkusunu korkutarak saklamaya çalışan hükümetin 1 Mayıs öncesi yaptığı hesaplar ancak bu şekilde boşa çıkarılabilir.
Evet hâlâ vakit var.