Program meselesi

Sermayenin 10 Ağustos'un ardından, ekonomide tehlike sinyalleri de artarken, “siyasi ve ekonomik istikrar” ihtiyacına daha fazla işaret etmeye başlaması şaşırtıcı değil. Ağustos ayı boyunca hem sermaye çevreleri hem de eski ve yeni hükümet tarafından bu yönlü mesajlar verildi. Ancak mesajların birer temenninin ötesine geçmesinin önünde ciddi bazı engeller var.

Türkiye'nin yeni cumhurbaşkanı başlı başına, beklenen “normalleşme” döneminin önündeki en büyük engellerden birisidir.

Ortadoğu'da ve Türkiye'nin sınırlarındaki gelişmeler, emperyalizm açısından bu coğrafyada kaosun süreklileştirilmesiyle kurulmaya çalışılan yeni bir denkleme işaret ediyor. Bu durum, Türkiye'nin içe ve dışa doğru yeni tehditler icat edebileceği bir süreç anlamına gelebilir. Engellerden diğeri budur.

Türkiye'de seçimler özellikle ekonomik gelişmeler için bir risk unsuru olmaktan çıkalı epey oldu. Fakat, Anayasa'yı tek başına değiştirecek milletvekili sayısına ulaşmak isteyen hükümet partisinin 2015 yılındaki seçime kadar “normalleşme”yi tercih etmeyeceği anlaşılmaktadır.

Hal böyleyken, sermayenin düzen siyasetinde “normalleşme” ve “ekonomik istikrar” taleplerinin, 12 yıldır olduğu gibi emeğe dönük görülmemiş saldırılarla ve siyasette sermayenin temsilcisi herhangi bir “normal” parti tarafından gerçekleştirilemeyecek piyasacı reformlarla karşılanmaya çalışılacağı açık.

Kuşkusuz, Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi konjonktür bu saldırılar ve reformların gerçekleştirilmesi güçleştiren yönler taşıyor ancak hükümet, bu güçlüğü orta vadeye yaydığı hedefler ve 2023 Vizyonu ile çözüyor. Sermayeye kendisini vazgeçilmez kılacak bir sağlam bir program sunuyor.

Hafta başında Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun TBMM'de sunduğu 62. Hükümet Programı'nın da bu eksende hazırlandığı görülüyor ve bir süreklilik ortaya konmuş oluyor.

Hükümetin 2023'e ve hatta 2071'e uzanan stratejik yaklaşımlarının yer aldığı programda, emeğe dönük saldırılar titiz bir şekilde formüle edilmiş.

Programda, istihdam başlığı altında istihdamın artırılması ve kayıt dışılığın azaltılması amacıyla güvenceli esneklik anlayışı ile hareket edileceği ve işgücü piyasasındaki katılıkların giderileceği belirtiliyor.

Güvenceli esnekliğin, istihdamda esnekleşme saldırısının kılıfı olduğunu ve asıl olarak güvencelerin tasfiyesi anlamına geldiğini biliyoruz. İşgücü piyasasındaki ortadan kaldırılacağı belirtilen katılıklar ise işten çıkarmayı zorlaştıran birkaç yasal sınırlama, kıdem tazminatı ve esnek istihdam biçimlerinin çalışma mevzuatına sokulamamasıdır. Patronların fiilen çözdüğü bu katılıkların ortadan kaldırılması(!), 2023 Vizyonu'nda önemli bir yer tutuyor.

Önceki AKP hükümetleri, bu saldırılarda hayli yol almıştı ve hatta bu saldırıların yol haritasını belirlemişti. Bu yıl onaylanarak Resmi Gazete'de yayınlanan Ulusal İstihdam Strateji, işsizlikle mücadele adı altında işçi sınıfına Cumhuriyet tarihinde görülmüş en kapsamlı saldırı belgesiydi. Bu stratejinin hükümetin sunduğu programın ilgili bölümlerinin omurgasını oluşturduğu görülüyor.

Kadın istihdamında aile ve iş yaşamı dengesi yaklaşımı programda dikkati çekerken, AKP'nin kadınları işgücü piyasasında çizilen “kadın rolü” ile yer almalarının gerektiğinde ise eve kapanarak çalışmalarının altyapısı oluşturuluyor.

2014 yılının ilk sekiz ayında 1270 işçinin iş cinayetlerinde yaşamını yitirdiği Türkiye'de hükümet bu sorunu programında, “iş kazalarını ve meslek hastalıklarını, iş sağlığı ve güvenliği kültürünün yaygınlaştırılması, çalışan ve işverenlerin bilinçlendirilmesi” ile çözeceğini iddia edebiliyor.

Aynı programda sendikalaşma oranlarını 2023'e kadar AB ortalamasına çıkarmayı hedeflediğini belirten hükümetin yaygınlaştırabileceği kültür, Soma'da sendikal örgütlenme çalışması yapanların kent meydanında dövüldüğü ve patronların iş cinayetlerini gizlemek için elinden geleni yaptığı bir kültürdür.

AKP, öncesinde hazırladığı stratejiler ile program meselesini, ürettiği 2023 ve 2071 vizyonları ile vade sorununu çözmüş görünüyor. Bu çözüm, emek cephesine ve sermayeye verilen net bir mesajdır.