Ölü işçiler cumhuriyeti

Karaman Ermenek'te dün yaşanan maden göçüğü, kuruluşunun 91. yılında Cumhuriyet'in hangi ahval ve şerait içinde olduğunu göstermeye yetiyor.

Göçükten sonra oluşan su baskını nedeniyle 18 maden işçisi hâlâ madende mahsur durumda, umutlar tükeniyor.

Türkiye'de madencilik faaliyetlerinden sorumlu olan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Soma'da olduğu gibi yine olay mahallinden bildiriyor. Olası cinayete hem tanıklık ediyor hem de soğuk bir yaklaşımla sermayenin bıraktığı delilleri temizliyor. Ülkeyi işçilerden gelecek kötü habere hazırlıyor.

Maden şirketi yetkilileri ise beklemeye gerek duymadan dün akşam saatlerinde başsağlığı mesajları vermeye başladılar.

Kömür ocağının bağlı olduğu Has Şekerler Madencilik şirketinin sahibi, 2004 ve 2009 yıllarında bir beldede AKP'nin belediye başkan adayı olmuş. Anlayacağınız, Soma'da cinayetin faili olan şirketin sahibi ve yetkilileri ile hükümet partisi arasındaki yakın ilişkiler bu madende de söz konusu.

18 işçinin mahsur kaldığı maden, Haziran ayında yapılan denetimlerde tespit edilen bazı eksikliklerin giderilmesi için kapatılmış, ardından madencilerin çalışma koşullarını iyileştiren Torba Kanun'un yasalaşması nedeniyle kapalı kalmış ve 15 gün önce tekrar üretime başlanmış. Aynı madende yaşanan üçüncü su baskını olduğu belirtiliyor.

Türkiye'de düzen siyasetinin ve kapitalist üretim ilişkilerinin yarattığı “sıradan” bir durum ile karşı karşıyayız. Bu tabloda işçiye düşük ücretle, güvencesiz ve her dakika ölümle burun buruna çalışmak kalıyor. İş cinayetleri ise işin fıtratından sayılıyor.

Eylül ayında 10 inşaat işçisinin can verdiği Torunlar şantiyesi cinayetinden sonra, patronun ölen işçi ailelerine ödediği kan parasını olumlayan bir Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız var. Şu anda kıdem tazminatını tırpanlamak ve “kiralık işçi” uygulamasını seçimlerden önce giderayak başlatmak istiyor. Bu yoğunluğunun arasında, o da, Ermenek'e gitti. Maden patronu ile görüşüp kan parasını yüklü tutmaları gerektiğini öğütlemesi muhtemel.

Ne Enerji Bakanı ne de Çalışma Bakanı, tekrarlayan maden faciaları ve seri hale gelen iş cinayetleri karşısında istifa etmeyi hiç düşünmemelerinin nedeni işlerini gerektiği gibi yapıyor olduklarını düşünmeleridir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği başlığını bütünüyle piyasalaştıran 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nu çıkarırken de bunu düşünüyorlardı. Maden işçilerinin koşullarını iyileştiren Torba Kanun'un yürürlüğe girmesinin hemen ardından maden ocaklarını kapatma tehdidi savuran patronlarla pazarlığa oturmalarını da işlerinin doğal bir parçası sayıyorlardı.

Öyle ki, Zonguldak ve Soma'da maden ocaklarının kapanması, ödenmeyen ücretler ve Kanun'un öngördüğü yeni hakların uygulanmaması nedeniyle sokağa dökülen maden işçilerinin eylemlerini dahi bu kirli pazarlığın konusu haline getirmeye çalışıyorlar.

Hal böyleyken, hükümetin bu kez üç bakanının olay mahalline gitmesi, zevahiri kurtarmaktan başka bir anlama gelmiyor. Düzen siyaseti, sermaye sınıfı ve piyasa üçgeninde kurulmuş kirli ve kanlı tezgah işlemeye devam ediyor.

Madende mahsur kalan bir madencinin eşinin dün gece o bakanlardan birisine söylediği “Bu dünya zenginlerin dünyası...” sözü çok şey anlatıyor.

Servet sahibi zenginler, o zenginler için siyaset yapanlar ve siyaset yaptıkça zenginleşenler ile yoksul madencilerin dünyaları bir değil. Bir avuç azınlığın çıkarları uğruna ülke bir yıkıma sürükleniyor.

Asıl göçmekte olan, birer emek cehennemine döndürülmüş madenler değil koskoca bir ülke...