Kan ve sömürü

Soma ve ardından Torunlar cinayetleri, Türkiye'nin emekçiler için tam anlamıyla bir cehenneme dönüştüğünü ortaya koyarken bir başka gerçeğe daha işaret ediyordu: Ortalığa kan saçarak ilerleyen sermaye birikim sürecinin sürdürülemezliğine...

Konu yalnızca Türkiye'nin iş cinayetlerinde Avrupa'da birinci ve dünyada üçüncü sıraya yerleşmesi ile ilgili değil.

Sermaye sınıfı ve onlara dikensiz gül bahçesi yaratan AKP açısından, birlikte kurdukları ve 12 yıldır kazandıran düzenek çarkların arasına sıkışan işçi bedenleri nedeniyle artık tekliyor. Fabrikalardan, şantiyelerden, madenlerden ve tersanelerden çıkan her cenaze, hükümetin, patronların ve işbirliği içinde döndürdükleri sömürü çarkının gerçek yüzünü ortaya çıkarıyor. Öfke büyüyor ve meşruiyetleri sorgulanıyor.

Kan ve sömürü ile dönen çarkı yavaşlatamayacaklarını biliyorlar, büyüyen öfkeyi kontrol altına almak ve iş cinayetlerini görünmez kılmaya çalışmaktan başka çarelerinin olmadığını da.

İkincisi, iş cinayetlerinin sorumluluğunu patronlardan ve hükümetten alıp başka günah keçileri yaratabilecekleri bir yasal mevzuat çerçevesine ihtiyaçları vardı. 2012 yılında yasalaşan 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu bu amaçla hazırlandı. İstanbul'un göbeğinde işlenen Torunlar cinayetinden sonra bu kanunun da yetmeyeceğini anladılar.

Bir diğer amacı işçi sağlığı ve iş güvenliği alanını piyasalaştırma olan yürürlükteki kanunun hükümlerine uyan patronlara ödül ve teşvik verilmesi gündeme getirildi. Sermayeye kaynak aktarılmasının ve bu alanda hedeflenen piyasalaşmanın derinleştirilmesinin yeni ve yaratıcı bir formülü!

Ödül ve teşvik almak isteyen patronlar, artık kitabına uygun davranmayı daha fazla gözetecekler ve iş kazalarını gizlemeye daha fazla özen gösterecekler. Hükümet, uzun süredir bir kriz yönetimi olarak ele aldığı bu başlıkta gerçekleri gizleme çabasına, şimdi patronları da davet ediyor.

Dahası, iş cinayetlerinin ve bu cinayetler sonrası oluşan toplumsal tepki ve duyarlılığın, dış mihrakların bir oyunu olduğunu söyleyenler dahi çıkmaya başladı. Kan bulaşmış şantiyelerde ve madenlerde provokatörler keşfediliyor.

Ancak tüm bu çabalar yetmeyecek. Kanı temizleyemezler ve sömürüyü gizleyemezler.

Soma katliamının ardından bir Torba Kanun ile madencilerin çalışma koşullarında yapılan kısmi iyileştirme, Mayıs ayında yaşanan facia sonrası büyüyen öfkeyi kontrol etmek için gündeme getirilmişti.

Şimdi yeni öfke patlamalarını kontrol etmeye çalışıyorlar. Torba Kanun yasalaşır yasalaşmaz, Zonguldak'ta Kütahya'da ve Aydın'da ocaklar kapanmaya, işçiler işten atılmaya başlandı. Maden işçileri, iş ve ekmek için sokağa çıktı. Eylemleri sürüyor. Maden patronları bu eylemleri başta hükümetle pazarlık için kullanmaya niyetlendiler ve yönlendirmeye çalıştılar. Ancak sokağa dökülen madencilerin kararlılığı, birkaç gün içinde bu çabanın başarıya ulaşamayacağını gösterdi.

Hükümet yetkilileri, yeni bir Torba Kanun ile bazı hesap hatalarını düzelteceklerini çoktan ilan ettiler. Diğer yandan madenlerde tekelleşme ile sonuçlanacak bu süreçte eski döneme bütünüyle dönülemeyeceği de görülüyor.

Soma'dan bugüne ortaya çıkan tablo, sürdürülemez hale gelen durumun birkaç yasal değişiklik ve göz boyamaya dönük bazı uygulamalarla yönetilemeyeceğini ortaya koymaya yetiyor. Hemen tüm sektörlerde özelleştirmeler sürdürülürken, taşeronlaştırma yaygınlaştırılırken ve rant politikalarında herhangi bir düzeltme tercih edilmezken bunun mümkün olabileceğini kim düşünebilir ki?

Tek başına hükümetin beceriksizliği ve/veya patronların açgözlülüğü ile açıklanamayacak bir durumla karşı karşıyayız. Türkiye'de sistem her yönüyle tıkanırken, gelişmeler ya büyük bir yıkımı ya da kapsamlı bir alternatifi çağırıyor.