AKP, Özelleştirmeler ve Faşizm

2003 yılından bugüne AKP hükümeti özelleştirme saldırısında epey yol aldı. Türkiye'de 2009 yılı sonuna kadar uygulanan özelleştirmelerin toplam değeri 38,6 milyar dolara ulaştı. Bu rakamın yaklaşık yüzde 80'i olan 30,6 milyar dolarlık kısmı AKP tarafından gerçekleştirildi.

Ülkemizde 1986'da başlatılan program çerçevesinde hisse senedi ve varlık satışı/devri özelleştirmeler yapılmaya başladı ve geçen 23 yılda 199 kamu kuruluşunun 188'inde hiç kamu hissesi kalmadı.

Bu büyük satış kampanyasında mevcut hükümetin özel rolü, sermayenin paylaşım kavgasında “sürpriz gelişmeler”in yaşanmasına ve yeni sermaye gruplarının palazlandırılmasına rağmen, AKP'nin sermaye sınıfı için geçen 8 yılda neden vazgeçilemez olduğunu gözler önüne seriyor. Yalnızca yerli sermaye değil yabancı sermaye ile emperyalist merkezler de Türkiye'de kamu yatırımı olan tüm sektörlerden devleti çeken, kamu hizmetlerini piyasaya açan AKP'yi bu krediyle birlikte değerlendiriyorlar.

AKP hükümetinin de bu gerçeğin bütünüyle ayırdında olduğu görülüyor. AKP, siyaseten en sıkıntılı ve meşruiyetinin aşınabileceği dönemlerde dahi sermaye yanlısı politikalarda gazdan ayağını çekmiyor. Türkiye'nin tasfiyesi operasyonuna girişirken “gücünü halktan aldığı” söylemiyle hareket eden bir hükümetin, emekçi halkın giderek yoksullaştığı ve işsizliğin hızla arttığı bir dönemde, bu nedenle büyük bir risk aldığı da söylenebilir.

Ancak AKP bu riskin üzerine, halk ve emek düşmanı politikaları yoğunlaştırarak gidiyor.

IMF ile şimdilik anlaşma yolunu seçmeyen hükümet, gündeme getirdiği “Mali Kural” ile IMF programından daha beter bir programı kayıt altına alacağını ilan etti. Emekçilerden kemerleri daha fazla sıkmaları istenecek, yoksulluk derinleşecek.

AKP'li bürokratlar, 2010 yılı için konan yaklaşık 10 milyar dolarlık özelleştirme hedefinin dahi aşılabileceğini söyleyebiliyorlar. Yeni özelleştirmeler, işsizler ordusuna yeni işsizler ekleyecek. Üstelik programdaki özelleştirmeler, yalnızca o işletmelerde çalışan işçileri değil, tüm emekçi halkı doğrudan ilgilendiriyor. Yani bu özelleştirmeler gerçekleştirildiği takdirde, acı sonuçlarını orta ve uzun vadede değil kısa vadede göreceğiz.

Elektrik dağıtım özelleştirmeleri tamamlanıyor. Daha önce ihale edilen dağıtım bölgelerinde elektrik dağıtım faaliyeti özel sektör tarafından devralınacak. Türkiye'nin en kalabalık kenti İstanbul'un da içinde bulunduğu 4 dağıtım şirketi için yaz ortasına kadar teklifler alınacak. Ardından Türkiye nüfusunun neredeyse üçte birini ilgilendiren bu özelleştirmelerin tamamlanması planlanıyor. Sadece dağıtım mı? Hayır. AKP hükümeti elektrik üretimini de özel sektöre bırakmayı düşünüyor. Barajları ve diğer santralleri işletmeleri için özel sektöre devretmeyi planlıyor. Elektrikte üretimden dağıtıma, tüm faaliyetler sermayenin eline bırakılacak.

Türkiye'nin iki büyük kentinde milyonlarca kişiyi ilgilendiren iki özelleştirme de gündemde. Doğal gaz dağıtım şirketleri Başkent Doğal Gaz A.Ş. ve İGDAŞ da satış listesinde.

Şeker fabrikalarının ülkenin çeşitli bölgelerine yayılmış fabrikaları 2010 yılının sonuna kadar elden çıkarılmak isteniyor. Sadece şeker işçileri değil, şeker pancarı tarımı yapan yüzbinlerce çiftçi bu özelleştirmeden etkilenecek.

Eğitim alanını piyasaya açan uygulamalar rutini içinde devam ediyor. Ancak AKP hükümetinin hızlı davrandığı asıl hizmet alanı ise sağlık. Sağlıkta dönüşüm çerçevesinde başlatılan uygulamalar, sağlık alanının bütünüyle sermayeye devredilmesi amacı doğrultusunda derinleştiriliyor. Kamu Hastane Birlikleri Yasası bu amaç için önemli bir adım olacak. Ülkemizin sağlık sistemi, milyonlarca kişinin hayatları boyunca hiç hastane yüzü göremedikleri ABD sağlık sistemine benzetilmeye çalışılıyor.

Yeniden, AKP'nin aldığı riske dönersek...

Halkın yaşamını doğrudan ve kısa vadede etkileyecek sıralanan yeni özelleştirme uygulamaları gerçekleştirildiği takdirde, AKP hükümetinin dayandığı “halk desteği”ni koruması daha da zorlaşacak. AKP'nin bu riskten çekinmediğini aksine emek düşmanı politikalarda gaza bastığını söylemiştik.

Hükümet partisi gaza basıyor çünkü, riski başka mekanizmalarla bertaraf edebileceğini düşünüyor. Hükümet en başta, artırdığı baskıcı uygulamaları artık belli kurallara bağlamaya çalışıyor. Düzen siyasetinde bile “faşizm” atıflarının bu kadar çoğaldığı bir dönem, herhalde ülkemizde darbe ortamlarıyla karşılaştırılabilirdi.

AKP özelleştirdikçe, “faşist” yüzünü daha fazla gösterecek.