ILO sadece kaygı mı duyar?

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 108’inci Çalışma Konferansı hafta başında Cenevre’de başladı. 21 Haziran’a kadar sürecek olan bu yılki toplantı ILO’nun kuruluşunun 100. yılına denk geliyor.

Birleşmiş Milletler bünyesinde yer alan ILO’ya 187 devlet üye. Devletlerin ILO’da temsiliyeti kapitalist dünyada “sosyal taraflar” olarak adlandırılan hükümet-işçi-işveren temsilcileriyle, yani üçlü yapıyla sağlanıyor. Her ülkenin ikisi hükümet, birer kişisi işveren ve işçi örgütlerinden olmak üzere dört delegesi bulunuyor. Geçen yıl Türkiye’nin işçi delegasyonu Memur-Sen’dendi. Yani çoğu durumda ülkelerin ILO’daki işçi temsiliyeti üçe bir bile değil, dörde sıfır!

ILO çalışma yaşamına ilişkin standartlar yayınlıyor, tavsiye kararları alıyor. Üye devletlerin bu belgelere onay vermeleri, ulusal mevzuatlarını bu standartlara göre düzenlemeleri bekleniyor. 

Peki ILO bu standartlara uyulmadığı durumda ne yapıyor? 

Rapor yayınlıyor!

ILO kararlarının ülkeler için bağlayıcı olduğu söyleniyor ama sözleşmeler ihlal edildiğinde herhangi bir yaptırım bulunmuyor.

İşte o raporlardan biri çalışma konferanslarına sunulan “Uzmanlar Komitesi” raporu. Bu raporda ILO sözleşmelerinin ve tavsiye kararlarının uygulanması değerlendiriliyor. 2019 yılı raporunda oldukça uzun bir “Türkiye” bölümü var. Tek cümleyle söylemek gerekirse, Türkiye’nin örgütlenme özgürlüğü, sendikalaşma, toplu sözleşme ve grev hakkı başta olmak üzere temel işçi hakları konusunda karnesi tam bir skandal. (Merak edenler bu uzun “suç dosyası”na ILO Türkiye ofisi kurumsal internet sitesinden Türkçe olarak erişebilirler.)

ILO raporda tespit edilen suçlar hakkında hükümetten ya bilgi ya yorum talep ediyor, bazen endişe bazen yüksek kaygı bildiriyor, çoğunluk da dikkat çekiyor. Türkiye’de 87 ve 98 sayılı sözleşmeler kevgire dönmüş, ILO bundan en fazla “kaygı” duyabiliyor.

***

Peki, bundan yüz yıl önce ortaya çıkan ILO kapitalist sistem içinde hangi ihtiyacın ürünüydü? 

ILO sözleşmelerindeki haklar, Ekim Devrimi sonucu Rusya’da iktidarı alan işçi sınıfının ve uluslararası işçi hareketinin kapitalist dünyadaki kazanımıdır. Önce bu hakkı teslim etmeliyiz. Kendi aralarındaki iki paylaşım savaşında milyonlarca insanı gözlerini kırpmadan cephelerde ölüme yollayan emperyalist tekeller ve onların hükümetleri örgütlenme, toplu sözleşme, grev, eşit ücret, asgari çalışma yaşı, zorla çalıştırma yasağı, ayrımcılığın önlenmesi gibi hakları içeren sözleşmeleri çok demokrat oldukları için onaylamadılar. Mecburlardı. Çünkü işçi sınıfı sahnedeydi. 

Diğer yandan ILO, Rusya’da gerçekleşen devrimin Avrupa’ya sıçraması ve bir dünya devrimine dönüşmesine karşı sermaye sınıfının aldığı bir tedbir olarak gündeme geldi. Birinci savaşın yıkımı sürerken, paylaşımın merkez emperyalist ülkesi Almanya dahil birçok ülkede işçiler ve askerler kendi yerel konseylerini ilan ederek bir devlet aygıtı alternatifi oluşturmaya başlamışken, kitlelerin öfkesi ve talepleri sadece sopayla bastırılamazdı. ILO, aralarında haftalık ve günlük çalışma sürelerinin sınırlandırılması, kadın istihdamı, minimum çalışma yaşı, genç işçilerin gece çalıştırılması, işsizlik gibi başlıkların da yer aldığı dokuz ayrı uluslararası sözleşme ve on tavsiye kararı yayınladığında kuruluşunun üzerinden henüz iki yıl geçmemişti. Bir başka ifadeyle ILO’nun 1919’daki kuruluşu, devrimini arayan işçi sınıfına kapitalist sınıfın çeşitli reformlarla sus payı vermesiydi.

Bu ikisi birbirini çelmiyor. Aksine işçi sınıfının kapitalizm içinde önemli kazanımlar elde edebilmesinin de yolunun iktidarı istemesinden geçtiğini teyit ediyor.

Mesele orada durulup durulmayacağıydı. Avrupa işçi sınıfı orada durdu. Devrimini yapamayan işçi sınıfına ceza faşizmle kesildi. Beraberinde kapitalist dünyanın tamam demek zorunda kaldığı hakların tümü kesintiye uğradı. 1930’ların ortalarında sermaye sınıfının ne ILO’ya, ne onun üçlü temsil demagojisine, ne de uluslararası sözleşmelere ihtiyacı kalmıştı. Hepsinin yerini kapısında “Arbeit macht frei” (çalışmak özgürleştirir) yazan toplama kampları aldı.

Ta ki sahneye bir kez daha işçi sınıfı ve onun kurduğu işçi devleti çıkana, her ulustan ilerici güçle birlikte faşizm ezilene kadar. İkinci savaşın bitişiyle bu kez değişik uluslardan işçiler kendi ülkelerinde sosyalist iktidarlar kurdular. ILO ise yeniden faaliyete geçti. Kabul edilen yeni sözleşmelerle kapitalist ülkelerde işçi sınıfları yeni haklar elde ettiler. Diğer yandan ILO bir kez daha, bu kez soğuk savaş enstrümanı olarak sahne aldı.

***

ILO kuruluşundan bugüne kadar 189 sözleşme, 202 tavsiye kararı yayınladı, bunların büyük bölümünü birçok ülke imzaladı. Türkiye de bunların arasında. Ve yine Türkiye dahil birçok ülkede işçi sınıfı bu sözleşmelerde yazan hakları sürekli ihlal edilerek ya da onlardan mahrum olarak çalışmayı sürdürüyor. 

Çünkü emek ile sermaye arasında basit bir sınıfsal kural işliyor. Var olan bir hakkın kullanılabilmesi için bile işçilerin örgütlülüğü gerekiyor. Anayasaya girmiş, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış, yasalarla düzenlemiş onca hak çoğu durumda patronlar ve hükümetler tarafından görmezden geliniyor. İşçiler örgütlü değilse ne yasa ne sözleşme dinliyorlar.

ILO ise bu durum karşısında hep kaygı duyuyor!