Sömürüyle oluşan bu zenginlik, şirket sahibi ailelerin serveti olmaktan çıkarılmalı tüm toplumun zenginliği haline gelmeli. Bunun ekonomi politiği ise devletleştirme ve merkezi planlama.

Kaynak vergide değil dokunulamayan şirket kârlarında

Temmuz ayının zamlı ücretleri çalışanların cebine henüz girmeden ard arda vergi zamları geldi. Hatırlanacağı üzere asgari ücrete yüzde 35, memur maaşlarına altı aylık enflasyon artı kök ücrete yansıtılmayan 8 bin 77 lira seyyanen zam gelmişti. Emekli maaşları için ise telaffuz edilen oran yüzde 25.

Aslında ücret artışlarını zaten enflasyon alıp götürüyor. TÜİK’in yıllık enflasyon rakamındaki düşüş, fiyatların değil artış hızının düşmesi anlamına geliyor. Gıda enflasyonu hala yıllık ortalama artış düzeyinin üzerinde. Yazın ortasındayız, marketlerde 50 liradan domates satıldığına tanık oluyoruz.

AKP çok açık bir hesapla hareket ediyor. Devletin kasası patronlar için boşaltıldı, şimdi yine patronların ihtiyaçlarını karşılamak için para bulunmak zorunda. Bunun için hafta başında yayınlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnameleriyle KDV ve Kurumlar Vergisi artırıldı, MTV’nin bu yıl ikinci kez tahsil edilmesine neden olacak yasa maddesi Meclis’te görüşülen torba yasanın içine eklendi. Bu arada 2023 yılı için ek bütçe kanun teklifi de 7 Temmuz’dan bu yana Meclis komisyonunda görüşülüyor. Büyük oranda yeni vergi artışlarıyla oluşturulan ek bütçe gelirlerinin 1 trilyon liranın biraz üzerinde öngörülüyor.

Burada esas mesele vergi yükünün büyük ölçüde emekçilere yıkılmış olduğudur. En sağlam vergi kalemi kaynağından kesilen gelir vergisidir. Toplanan gelir vergisinin büyük bölümü ücretlilerden kesilir. Onların kaçarı olmaz fakat beyana dayalı gelir vergisini ödememenin ya da kurumlar vergisi için matrahı düşük göstermenin elli çeşit yöntemi bulunur ve bunu en iyi şirket sahipleri bilir.

Oysa emekçiler, aldığı ücretten vergi ödediği gibi aldığı ücretle yaptığı harcama için de vergi ödüyor. Bunların başında KDV (katma değer vergisi) var. Turgut Özal’ın kazığıdır. 1985 yılında “bir alışveriş bir fiş” reklamıyla hayatımıza girdiğinden bu yana yediğimiz ekmekten içtiğimiz suya kadar satın aldığımız her mal ve hizmet için bu vergiyi ödüyoruz.

KDV tipi vergilere zaman içinde yenileri eklendi. ÖTV (özel tüketim vergisi) bir diğeridir. 2002 yılında yasalaştı, Ecevit’in başbakan olduğu üçlü koalisyonun marifetidir. Akaryakıttan otomobile, dayanıklı tüketim mallarından alkol ve tütün ürünlerine kadar pek çok malda değişen oranlarda fiyatlara eklenir. Üstelik ÖTV ödenen mallardan KDV de alınıyor.

Meseleyi “halkı soyuyorlar” diye abarttığımızı düşünenlere, son ek vergi artışlarında ithalattan alınan KDV ile Gümrük Vergisi'ne hiç dokunulmadığını, borsada işlem gören şirketlerin kâr payı üzerinden alınan tevkifat oranının da sıfırlandığını hatırlatmak isterim.

Üstelik şirketler en küçük maliyet artışını derhal fiyatlara yansıtıyor. Bizde bu konuda açık bir bilgi yok fakat Avrupa Merkez Bankası, avro bölgesinde yükselen enflasyona şirketlerin rekor düzeydeki kârlılıklarının neden olduğunu duyurdu. AMB açıkça, şirketlerin maliyet yükselmesini beklemeden fiyatları artırdıklarını belirtiyor. Türkiye’de şirketlerin farklı davrandığını düşünmek için bir neden var mı?

Maliyet artışlarını hemen ya da öncesinden fiyatlarına yansıt, artan vergilerden paçayı önemli ölçüde sıyır, döviz yükselince bir yandan TL maliyetlerini düşürmüş, diğer yandan ihracat gelirinden daha fazla kazanmış ol! Önüne serilen çeşit çeşit teşvik imkanını söylemiyorum bile.

Şirketlerin kazancına bakar mısınız?

Şimdi bu çarpıklığa karşı “vergide adalet” talepleri gündeme geliyor. Çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alınsın deniyor. Hatta küresel reform önerileri arasında “servet vergisi” bile dile getiriliyor.

Boş laf.

Çünkü herhangi bir sorunun kaynağına dokunmadan o sorunun çözümü bilimsel olarak mümkün olmuyor. Gelir adaleti için vergi reformu önerileri, sorunun kaynağını yani sömürüyü görmezden geliyor.

Oysa sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada ortaya çıkan büyük gelir adaletsizliğinin ve servet yığılmasının tek bir nedeni var, o da sermaye sınıfının mal ve hizmet üretiminde ortaya çıkan büyük kaynağa, bir başka ifadeyle emek gücünün bu faaliyet sırasında yarattığı değere el koyması. Avrupa Merkez Bankası’nın “rekor düzeyde” diye tespit ettiği şirket kârları işte bu sömürünün sonucunda ortaya çıkıyor.

Sorunun çözümü, kaynağında saklı. Pek çok şirketin bir yıllık kârı çoğu devletin yıllık bütçesinden fazla. Sömürüyle oluşan bu zenginlik, şirket sahibi ailelerin serveti olmaktan çıkarılmalı tüm toplumun zenginliği haline gelmeli. Bunun ekonomi politiği ise devletleştirme ve merkezi planlama.

Uzun sözün kısası, ekonomide ihtiyaç duyulan kaynak, halktan toplanacak vergide değil şirketlerin kârlarındadır.