Kapitalizme, emperyalizme, dinselliğe, milliyetçiliğe yaranma, emekçi halkı ayrımlaştırma, düşmanlaştırma aracı olarak kullanılıyor.

'Yaranma ihtiyacı' kimin için?

Mitinglerde hilafet bayrakları, adliye koridorlarında yaşasın şeriat sesleri haberlere manşet oluyor ama dinselliğin ülkenin hemen her yerinde, yaşamın hemen her anında devlete, hukuka, siyasete ve toplumsal yaşam tarzına tutunup yaygınlaştığı, olağanlaştırıldığı göz ardı ediliyor. Dinsellik günlük yaşamın her anına yerleşiyor. 

Din özgürlüğü kutsallaştırılarak tüm hak ve özgürlüklerin çatısı yapıldı. Hukukun yorumlanmasında, yargı kararlarında laikliğin üstüne oturtulan bir din özgürlüğü söz konusu.  

Laiklik ilkesine uyulmuyor, çalışma ve eğitim yaşamı dinsel davranışlara uyarlanıyor, çocuklar gericiliğe teslim ediliyor, yaşam hakkının olmazsa olmazı sağlık hizmeti dinsellik için sekteye uğratılıyor, yasak olanlara serbestlik tanınıyor. Zenginler Kuran bastırıyor, imamlar ÇEDES kapsamında bu Kuranı öğrencilere dağıtıyor. İmamlarıyla, “Hadis Hakları” platformuyla evlerde, işyerlerinde, okullarda, kampüslerde, fabrikalardalar. 

Her şey herkesin gözü önünde…

İki konunun altını çizmeden olmaz: 

Birincisi, Türkiye’de “din özgürlüğü” denilen İslam dininin sünni mezhebi. Yani başka mezheplere, başka dinlere ve din özgürlüğünün temelinde olan bir dine inanmamaya özgürlük yok. Laiklik ilkesi doğrultusunda çalışmak zorunda olan Diyanet İşleri Başkanlığı da aynı mezhebe hizmet ediyor. 

İkincisi, milliyetçilik de tüm alanlarda dinselle özdeşleşmiş durumda, devletin, siyasetin ve yaşamın içinde; eküri olarak faaliyetteler. 

Artık istisna durumunda olan laiklik ihlalleri değil, sıradanlaştırılan dinsellik yerleştirmeleri söz konusu. Türkiye Komünist Partisi’nin bir süre önce başlattığı “Tarikatların Ensesindeyiz” çalışması kapsamında her hafta laikliğe karşı işlenen suçlara yer verilen dosya serisinde bu olağandışılığı olağanlaştırma örneklerini görmek olası. 

Her an her yerdeler, nasıl bir karanlık içinde olduğumuzu gösteriyorlar. Laikliğe karşı işlenen suçlar konusunda yurttaşlara düşen görev ve sorumluluklar var. Göz yummamak, topluma duyurmak ve savaşım cephesini yaygınlaştırmak, olağanlaştırılmayı önlemek gerekiyor ki bu emekçilerin sınıfsal savaşımlarının olmazsa olmazı (bilgi aktarımı için adres: [email protected]).   

Dinsel davranış kuralları, -her ne kadar çeşitli yorumlarla yürütülseler de- statik; inanmaya, bağlanmaya, tapınmaya dayanıyor. Şeriat denilen de bu din yolu ve insan aklının ürünü olan, savaşımlarla kazanılan ve hukukun içine yerleştirilen hak ve özgürlükleri baskılıyor, ikincil olmaya itiyor.  

Düşünce özgürlüğü sınırı dinsel davranış kuralları setine dayanıp durduruluyor, hak arama özgürlüğü dinsel davranış kurallarıyla sınırlı tutuluyor. Eğitim ve öğretimde aklın ve bilimin yanına aklı ve bilimi körelten dinsellik ekleniyor. Çocuklara düşünme yeteneği öğretilmeden kulluk öğretiliyor.

Yaşama hakkına alın yazısıyla bakılıyor. Direnme hakkı tapınmayı korumak için kullandırılırken, sömürüye karşı bastırılıyor. Cumhuriyeti, cumhuriyetin en temel niteliklerinde olan laikliği savunanlar “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçundan yaptırıma uğratılıyor. 

Mülküne mülk, kârına kâr, zenginliğine zenginlik katmaya yönelik girişimler serbest.  Sömürücü düzen serbest. Sermayenin büyümesi ve tekelleşmesi serbest. Yasak olan tarikat ve cemaatler serbest. 

Bu “serbest yığın”a yarananlar, sömürüldüğünü bile bile kabul gördüğünü, yandaş olduğunu düşünüyor. Kapitalizme, emperyalizme, dinselliğe, milliyetçiliğe yaranma, emekçi halkı ayrımlaştırma, düşmanlaştırma aracı olarak kullanılıyor. Ya sermayenin düzeniyle uzlaşılacak, uyumlaşılacak ya da düzenin düşmanları arasında yer alınacak…

TÜSİAD gibi her dönemde güçlü, AKP döneminde büyüyen sermaye örgütlerinin çıkarları gereği düzenin her durumuna, kuralsızlığa, kurumsuzluğa, dinselliğe, milliyetçi çatışmalara göz yumarken, ara sıra “hukuk” ve “laik eğitim” anımsatmasının amacı açık: “Sermayenin dini”nin, “para tapınması”nın anımsatılması... 

Özelleştirme ve teşvik hukukuyla palazlanan sermayenin laik eğitimi savunması “eğitimin piyasası” için, “hukuk devleti”ni savunması ise sermaye birikimini güvence altına alıp “ucuz, esnek, güvencesiz” emek gücüyle sömürüsüne sömürü katması için…  

Sermaye sınıfı, dinselliğin ve milliyetçiliğin sınıfsallığını çok iyi biliyor ve kullanılıyor. Sömürücü egemenlerin istediği ve dayattığı siyaset, devlet, hukuk ve piyasa dışındakiler müştemilat.  

Emekçilerin bu sınıfsallık cephesinde ve sömürü batağında kimseye borcu yok, yaranma gereksinimi de yok.
Kemal Okuyan’ın TKP’nin Kuzey Irak’taki saldırı sonrası yaptığı açıklamayla ilgili söyleşisinde vurguladığı gibi: “Türkiye’de halk düşmanı iktidarlarla, düzen partileriyle, sermaye egemenliğiyle, emperyalist kurum ve mekanizmalarla hesaplaşmayı erteleyip, geçiştirip ya da yumuşatıp yaşadığımız ülkeyi değersizleştirmek ve onun tasfiyesinden medet ummak akıl dışıdır. Bir süredir Türkiye’yi bir dağılmaya götürecek vektörlerden söz ediyoruz. İslamcı, Osmanlıcı, Türkçü, Kürtçü vektörler… Sol burada taraf olamaz, tercihte bulunamaz, bu kutuplaşmada sessizliğe gömülemez. Çünkü bu vektörlerden çözüm ya da çıkış yok.”1

Çözüm işçi sınıfımız, aydın birikimimiz ve maddi kaynaklarımızla sürdürülen devrimci savaşıma örgütlü katılımda.