Bu ülkeyi emperyalistlere, sömürücülere ve tarikatlara bırakmayacak sınıfsal savaşım güçlenerek yaygınlaşmadan gerçek bahar gelmeyecek.

Yalancı bahar ve hukuksal değinmeler

31 Mart yerel seçimleriyle ilgili birçok değerlendirme yapıldı, yapılıyor. Kendi genel değerlendirmemi, Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesinin seçim değerlendirmesine gönderme yaparak1 okuyucuya aktarmayı yeğliyorum. Değerlendirmenin ve yeğlemenin gururla taşıdığım örgütlü-sınıfsal savaşım ve devrimci ahlak-disiplin anlayışımın parçası olması yanında beni heyecanlandırdığını da paylaşmak isterim.  

AKP yıllarının en heyecanlı seçim sonucunun geniş bir kesimde farklı arayışların sorularını ve alt başlıklarını açması olağan. Kamuoyunda tartışılan soru ve alt başlıklardan kimileri üzerine -önem sırası gözetmeksizin- hukuksal değinmeler yapacağım. Hukuksal olanın siyasal olması ise kaçınılmaz.

Birincisi, “tek adam” rejiminin, AKP keyfiliğinin ve hukuksuzluğunun frenlenip frenlenmeyeceği… Hiç inceltmeye gerek yok. Seçimlerden sonra Van örneği eski hamam eski tası işaret etti. Açık hukuksuzluk üzerine kurulu hak ihlali söz konusuydu.  2019 yerel seçimleri gibi sessiz kalınmadı.  Halkın ve siyasetin, Anayasanın da onay verdiği direnişi o kadar kararlıydı ki, hukuksuzluk o kadar açıktı ki, YSK görmezden gelemedi, seçme ve seçilme hakkını iade etti. Hukuksuzluk hukuksal zemine çekildi şimdilik. Peki, uygulanmayan İHAM ve AYM kararları, Can Atalay’ın milletvekilliğinin hukuksal olarak düşürülmesi ne olacak?     

İkincisi, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı karması olarak cümleler kuran başkan seçimin yerel sınır ve seçmen bağlantısına gönderme yaparak, demokrasi ve siyasal iktidar vurgulamasını yaptı. Diğer deyişle kendisini, partisini, iktidarını ve düzeni anımsattı. Yerel seçimlerin birinci partisinin başkanı ve İstanbul ve Ankara’nın öne çıktığı iki belediye başkanı da “demokrasi” vurgusunu öne çıkararak, sevinç ve direniş gösterilmesin, sakin olunsun mesajıyla siyasal iktidarı meşrulaştırmayı sürdürdü. Mayıs seçimlerinde altılı masanın ileri sürdüğü “güçlü parlamenter rejim”e geçiş unutuldu.

CBK’ler yine, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarına karşın, öne çıkarak yasamaya basacak gözüküyor. Anayasa tanımazlık devam edecek gözüküyor. Yok edilen laiklik konusu yine komünistlerin gündeminde kalacak gözüküyor.  Yasama ve yargı egemen sermaye sınıfına çalışmaya devam edecek gözüküyor. Buralarda düzelmeler beklemek ya da olursa kimi esnemelere kanmak burjuvaziye kanmak olur. 

Üçüncü olarak AKP’nin koz olarak elinde tuttuğu yeni anayasa tartışmaları var. Bileşimi değişmeyen Meclisin gündem belirleyicisinin AKP zihniyeti olmaması için belirti gözükmüyor. Kaldı ki sermaye sınıfının egemenliğindeki düzen siyasetinde yerel seçimlerle ortaya çıkan durum yeni anayasa denileni “emekçi halkın anayasası” yapmaya yetmiyor. 

  Dördüncüsü yeni anayasaya gelene kadar daha riskli yasal/yönetsel sorunlarla karşılaşılabilir. Bunların başında da geçmişteki kayyum uygulamasını sürdürmek, yerel yönetim yasalarına el atarak belediyelerin ellerini kollarını bağlamak gelebilir. “Komünist Belediyecilik” vurgulamalarının ne kadar önemli ve anlamlı olduğu yerel seçimlerde karşılığını bulmadı ama asıl bu bağlama işi gerçekleşirse daha iyi anlaşılacak. Adaletsiz seçim hukukuna isyan etmeden, onu kabullenerek seçime gidenlerden yeni adaletsiz hukuk girişimlerini durdurmalarını beklemek gerçekçi gözükmüyor. 

Beşinci tartışma alanı, 2028’i beklemeden genel seçimlerin yenilenip yenilenmeyeceği. Siyasal olarak bakarsak, yerel seçimler sonucu ortaya çıkan iradenin genel seçimler sonucu oluşan CB ve Meclis iradesini değiştirip değiştirmeyeceği beklenecek ki burada hem anayasal durum hem de CB’nin makamını bırakmama isteği, bağlı olarak salt çoğunluk olmasa bile CB partisinin Mecliste birinci parti olması belirleyici olacak gözüküyor. 

Anayasal durum Meclis seçimi ile CB seçiminin birlikte yapılması üzerine kurulu. Anayasaya (116. maddeye) göre genel seçimlerin yenilenmesine ya CB karar verebiliyor ya da TBMM üye tamsayısının beşte üçü oranında, en az 360 milletvekilinin kararı gerekiyor. Parti değiştirmelerin yaygın olduğu Mecliste, 14 -Saadet ve Gelecek ayrımıyla 15- siyasi parti ve 6 bağımsız milletvekilinin niceliksel toplamlar üzerinden 360’ı nasıl bulacağı tam bir bilmece. Doğrusunu söylemek gerekirse meraklılar için eğlenceli de olabilir. 

Bu tartışmaya renk katacak küçük bir ek de var. Erdoğan ve Cumhur İttifakı, Anayasadaki “bir kimse (örneğimizde Erdoğan oluyor) en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir” hükmünü hukuka takla attırarak üçe çıkarmıştı ve bu savını da “nasıl olsa yeneriz” diye hukuku yok sayan muhalefete kabul ettirmişti anımsanacağı gibi. Yani örneğimizdeki Erdoğan fiili duruma göre üçüncü defa, Cumhur ittifakına göre ikinci defa cumhurbaşkanı olarak makamda oturuyor. Anayasa diyor ki, cumhurbaşkanın ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde CB bir defa daha aday olabilir. CB seçimlerin yenilenmesini isterse bu şansı yok ama Meclisi ikna ederse var. O zaman katmerli (dördüncü defa) gibi bir Anayasa ihlaliyle karşılaşılabilir. Burası Türkiye…

Daha birçok hukuksal değinme sıralanabilir. Uzatmayalım. 

Güleriz ağlanacak halimize dercesine, cumhuriyetin ve niteliklerinin -vurgulamadan olmaz laikliğin- yok edildiği, kapitalizmin ve emperyalizmin istek ve gereksinmelerini karşılamak ve sömürüyü derinleştirmek için ilkesiz siyasetin benimsendiği ortamda “umut” “askıda ekmek” durumuna getirildi.  

Bu ülkeyi emperyalistlere, sömürücülere ve tarikatlara bırakmayacak sınıfsal savaşım güçlenerek yaygınlaşmadan gerçek bahar gelmeyecek.