Liberal toplumsal bakış açısı çok uzunca bir süredir bir üfürükbilimdir. Sovyetler çöktüğünde o coşkuyla üfürükbilimin en güzide ve en çapsız eserleri ortaya dökülmüştü.

Üfürükbilimin Sonu II – Martin Wolf’un kutsal cehaleti 

Yazıya neden böyle bir başlık koydun diye sorulabilir, çünkü başlığa göre bu bir yazı dizisinin ikinci bölümü. İlk bölümünü daha önce Birgün gazetesi için yazmıştım ve o yazı üfürükbilimcilerin en hası, tarihin sonu kehaneti aptallığının ardındaki esas isim, ve son zamanların umutsuz liberali Francis Fukuyama’nın “Identity: The Demand for Dignity and the Politics of Resentment” [Kimlik: Saygınlık Talebi ve Dargınlık Siyaseti]  başlıklı kitabı üzerineydi.1

Kitapta Fukuyama açık bir umutsuzluğu ifade ediyordu ve gizliden günah çıkarıyordu. SSCB ve sosyalist blok yıkıldığında malum sevinç çığlıkları atmış ve tarihi hesaplaşmanın bittiğini ve “iyi” ve “güzel” olanın, kapitalizmin kazandığını ilan etmişti. Böylece tarih Marx’ın beklediği gibi değil, onun beklentisinin tam tersi olacak şekilde bitmişti. Bu ilanla birlikte iş dünyası, akademi dünyası ve liberal entelejensiya onun şahsında kendi Aziz Paul’ünü bulmuştu. Ancak 2018 yılında basılan kitapta arz-ı endam eden Tarsuslu aziz değil, hüngür hüngür ağlayan ve günah çıkarmaya çalışan bir zavallıydı. Dediği şuydu; neler hayal ettik ne bulduk? Öyle ya piyasa kapitalizmi evrensel mutluluk ve refah getirecek, küresel olarak demokratik değerleri ve kurumları güçlendirecek, ve dahi evrensel bir barışın yollarını döşeyecekti. Ancak döşenen cehennemin yolları oldu; ki Fukuyama bunu geç de olsa anlamıştı; yani herhalde anlamıştı. Kitap Trump’ın, Putin’in ve diğer onlara benzerlerin döneminde yazılmıştı ve demokratik siyasetteki bu aşınma zavallı Fukuyama’yı şok etmişti. Bu demokratik gerilemenin ve ekonomik çürümenin köklerini arıyordu.

İyi ama kendisi değil miydi kapitalizmin zaferinde kutlu geleceğin garantisini gören? O da farkındaydı ki tüm kitapta “benim dediklerim neden çıkmadı?” sorusunun cevabını arıyor ve kılıf uydurmaya çalışıyordu. Apoloji deniyor, minareye kılıf uydurmak anlamına gelir. Fukuyama bahsi geçen kitapta her şey iyiye giderken, iyiye götüren yolda bubi tuzaklarının varlığına dikkat çektiğini ancak bunların dikkate alınmadığını iddia ediyordu. Kendince sorunların kökenlerini de teşhis etmekteydi. Ona göre en temel sorun ekonomik çürümeydi. Kontrolsüz finansallaşma ve gelir dağılımının katlanılabilirin ötesinde bozulması popülist otokratları yaratmış ve canım burjuva demokrasisini bozmuştu. Hatta Marx’a da iade-i itibar yapıyordu; ona göre Marx’ın iktisadi öngörüleri tutuyordu, ancak siyasi beklentileri ve programı bir fecaatti. Sağ olsun Marx’ı da kurtarmış olmuştu.

Bu arada bir ara verelim. Son yıllarda liberallerde ve sağcılarda Marx’ı iyi bir bilim adamı olarak, ancak kötü bir siyasetin ve kötücül beklentilerin kaynağı gibi görme hastalığı başladı. Ortaya iki Marx çıkıyordu onlara göre; bilim adamı Marx ve Komünist Marx. Eğer ikincisini kesip atarsanız dünyayı anlama yolunda vazgeçilmez bir bilim adamına ulaşırsınız; buna gerçekten inanıyorlar. Tam bir alıklıktır; Marx’ın gelecekle ilgili kestirimleri, proletaryaya biçtiği tarihsel devrimci rol, sistem ve sistemin yalakalarının eleştirisi; aslında tüm bunlar tam da bir bilim olarak onun kurduğu Marksizmden kaynaklanır. Bu bilim bir tarafıyla sünnet ya da iğdiş edilecek bir bilim değildir. Öyle bir tarafını atarak sterilize edilecek, şirin ve uyumlu bir hale getirilecek bir bilim de değildir. Marksizm devrimci ve yıkıcı bir bilimdir, hem de bir bütün olarak.

Fukuyama’yla devam edelim. Fukuyama halis bir üyesi olduğu üfürükbilimin çuvalladığını itiraf etmişti o kitapta. Liberal toplumsal bakış açısı çok uzunca bir süredir bir üfürükbilimdir. Sovyetler çöktüğünde o coşkuyla üfürükbilimin en güzide ve en çapsız eserleri ortaya dökülmüştü. Üfürükbilimci liberaller (o yazıda iddia ettiği üzere) Dunning-Kruger sendromundan mustariptirler. Türkçesiyle cahil cesaretine sahiptirler. Bilmezler, bilmediklerini de bilmezler. Peki neyi bilirler? Sosyalizm çöktüğünde o yüksek eforiyle ve cahil cesaretiyle bir sürü mesnetsiz iddiada bulundular, 30 yıl geçti iddialarının tamamının mesnetsiz ve köksüz uydurmalar, üfürmeler olduğu ortaya çıktı. Şimdi kendi üfürükbilimlerinin sonunu yine nevi şahıslarına münhasır cehaletleriyle ilan ediyorlar. O yazıyı şöyle bitirmiştik efendim: “Fukuyama vicdan rahatlatıcı bir reformizm ile sosyalizm arasındaki farkı bile bilmiyor; bilmiyor ama insanlığın geleceği hakkında koca koca laflar ediyor. Kapitalizmi bilmiyor, yaratacağı güzel geleceğe inanıyor. Marx’ı bilmiyor ama kendince iade-i itibar yapıyor. Sosyalizmi bilmiyor ama gelmesi gerektiğine inanıyor. Yüzüne limon suyu sürünce görünmez olduğuna inanıyor. Dunning-Kruger sendromunun bedenleşmiş hali olarak konuşuyor; üfürüyor”. Hemen şaşırmayın, onun gelmesi gerektiğine inandığı sosyalizm sizin sandığınız sosyalizm değil. Ona göre sosyalizm genel kamusal bir sağlık sistemi ve kapsayıcı bir sosyal güvenlik sisteminden öte bir şey değil. Dedik ya, katıksız bir cahildir.

Fukuyama’yı bir kenara bırakabiliriz. Şimdi o vakitlerin başka bir üfürükçüsüne dönelim, Martin Wolf’a. Martin Wolf küresel sermayenin en önde gelen borazanlarından biri olan Financial Times’ın en önde gelen yazarlarından biridir. Financial Times konuşunca küresel sermaye konuşmaktadır, bilin. İşte Martin Wolf da en büyük çığırtkanlardan birdir. Bir küresel finansal trendler ve finansal sermaye uzmanı (kendini öyle tanımlamış herhalde); gerçekten çok yerinde bir uzmanlık alanına sahip. Öyle bir uzmanlık ki üfürükbilime gollük pas atıyor. O da her şey iyi gider gibi görünürken üfürükbilime önemli katkılarda bulundu. Örneğin 2004 yılında yayınlanan Why Globalization Works adlı kitabında kapitalist küreselleşmenin işlediğini ve tüm insanlığa barış, huzur, mutluluk getireceğini ilan etmişti. Üfürükbilim böyledir ilan eder, daha doğrusu boş temennilerde bulunur. Neyse, ancak daha 4 yıl geçmeden, sanki bilerek Martin Wolf’u yalanlamak istercesine,  küresel finansal kriz patlayınca Martin Wolf’un gür üfürükbilimci sesi birden kısıldı. Yeni bir kitap kaleme aldı, bu kitabın başlığı ise Fixing Global Finance [Küresel Finansı Tamir Etmek] idi. Bu defa Wolf, cehaletine rağmen bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı galiba. Anlayışı bile zamanla gelişmiş olacak ki, aynı mevzuda daha fazla uyarıyı içeren The Shifts and the Shocks: What We’ve Learned—and Have Still to Learn—from the Financial Crisis [Türkçeye Ekonomide Eksen Kaymaları ve Şoklar diye çevrilmiş] başlıklı kitabı 2014 yılında yayınlandı. Bu arada atlamayalım Wolf’un tüm bu kitapları ününden dolayı çok satar oldular. Ancak bizim bugün üzerinde duracağımız kitabı Crisis of Democratic Capitalism [Demokratik Kapitalizmin Krizi] gerçekten endişelendiğini göstermektedir.

Burjuva demokrasisinin ve kapitalist dünya düzeninin geleceğiyle ilgili üfürükbilimcilerden gelen karamsar kitapların en son halkasıdır. Sayıları giderek artmaktadır. Örneğin 2018’de Clinton’ın dışişleri bakanı, büyük liberal ve büyük üfürükbilimci, Irak üzerindeki katliamcı ambargodan sorumlu Madeline Albright Fascism: A Warning [Faşizm: Bir Uyarı] adlı bir kitap yayınladı. Aynı teraneler anlatıldı bu kitapta da; otokratik popülizm faşizme giden yolu döşemekteymiş, dünyada yükselen bir faşizm tehlikesi varmış. Hadi canım, gerçekten mi? Wolf’un kitabı da aynı meşrepte.

Şimdi biraz detaylara bakalım. Aslında kitap çok uzun, Wolf da önce kapitalizm ve burjuva demokrasisine yönelik güzellemelerde bulunmuş ve uzun bir tarihçe vermiş. Güzellemeler ve tarihçe pek çok ciddi tarihsel hata içermektedir. Liberal üfürükbilmcilerin ortak özelliklerinden biri de savundukları sistemin tarihiyle ilgili derin, giderilemez cehaletleridir. Bir cehalet midir bilinmez ama en azından kapitalizmin karanlık tarihini bir mitolojik söylemin arkasına gizlemektedirler. Wolf da istisna değildir. Şimdi bu belirleme ve güzellemelere biraz bakalım.

Önce üfürükbilim bölümüne bakalım, yani aslında piyasa ekonomisiyle demokrasinin içiçeliğini ve zorunlu birlikteliğini anlatan birinci bölüme. Daha birinci bölümün ilk cümlesinde Wolf bilindik liberal safsatayı tekrarlıyor: Demokrasi ile piyasa arasında ortak bir temel varmış; o da statü eşitliği fikriymiş. Demokraside kamusal sorunlarda herkesin söz söyleme hakkı varmış, piyasada ise herkesin alma ve satma hakkı; pek tabi ki alacak gücü ve satacak bir şeyi var ise. Her ikisi de zırva. Yozlaşan burjuva demokrasisinde bütün eşitlik masallarına rağmen siyasal güç ekonomik güce tahvil edilmiştir. Herkesin fikri değil zenginlerin, plütokratların, oligarkların fikri önemlidir. Piyasa ekonomisinde ise satma ve alma konusundaki eşitlik mavalı tam aklı kıtlara yöneliktir. Örneğin emek gücünü satan işçi ile onu satın alan işveren aynı güç ve statüde midir? Üfürükbilim işte.

Uzun vadede piyasa ekonomisi demokrasi olmadan, demokrasi de piyasa ekonomisi olmadan yaşayamazmış. Wolf bilmelidir ki kapitalist gelişmenin erken örneklerinin çoğu süreci Wolf’un anladığı anlamda demokrasinin namevcut olduğu bir ortamda kotardılar. Hem İngiliz Sanayi Devrimi, hem de Alman, Japon ve hatta bir yere kadar Amerikan gelişmesi demokrasinin olmadığı ya da güdük kaldığı tarihsel bir çerçeve içinde gerçekleşti. Şimdi bunu Wolf’a nasıl anlatsak ki? Üfürmüş işte. Dahası özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde temel ilkelerine uyulması anlamında burjuva demokrasisinin en gelişkin olduğu dönem Keynesyen refah dönemidir, yani piyasa ekonomisinin kısıtlandığı, gemlendiği bir dönemdir. Bilmiyor ki; dahası bilmediğini de bilmiyor.

Saçmaladım mı acaba diye hiç sormamış, Dunning-Kruger sendromu bu işte. Bakın ne diyor: 2022 yılında piyasa ekonomisi 7,9 milyar insanı besler hale gelmiştir. Oysa endüstri devriminin şafağında bu sayı yaklaşık 1 milyarmış, ve hatta 10 bin yıl önce, yani neolitik devrimin şafağında sadece 4 milyon imiş adem nüfusu. Geldiğimiz noktada şempanzelerin nüfusu sadece 300 bin, gorillerin nüfusu 200 bin ve orangutanların nüfusu ise sadece 70 binde kalmış durumdaymış. Gördünüz mü piyasa ekonomisi nelere kadir. Aşk olsun şempanze, goril ve orangutan dostlarımıza; bir piyasa ekonomisini keşfedememişler.  Acaba nüfusları doğayı büyük bir iştahla araçsallaştıran ve işgal eden kapitalizmin yaşam alanlarını giderek daraltmasından mütevellit düşük kalmış olabilir mi? Boş verin şimdi, Wolf’a zor sorular sormayalım.

Detaylara takılmayalım diyoruz ama Wolf sürekli yumurtluyor. Bir yerde örneğin yine piyasa ekonomisinin ve kapitalizmin melekelerini vurgulamak için şöyle spekülatif bir soru soruyor. Eğer I. Dünya Savaşı çıkmasaydı, piyasa ekonomisini geliştiren Alman İmparatorluğu otokratik bir monarşiden demokratik bir yapıya doğru evrilir miydi? Kendi zekice sorusuna zeki bir şekilde evet cevabını veriyor. Oysa savaşın hemen ertesinde genç Weimar Cumhuriyeti ekonomiyi tam da Wolf’un takdir edeceği ilkeler üzerinden dünya kapitalizmine açmak zorunda kaldı, ama burjuva demokrasisinin gelişmesi bir yana, insanlık tarihindeki en kanlı faşizm doğdu. Neden acaba? Bir kere daha tekrar edelim, üfürükbilimci liberaller tarih bilmiyorlar, ve ne yazık ki bilmediklerini de bilmiyorlar.

Wolf’u tutabilene aşk olsun. Yukarıdaki belirlemenin peşine hemen ekliyor. Örneğin diyor Tayvan ve Güney Kore diktatörlükle yola çıktılar ancak piyasa ekonomisini öyle bir geliştirdiler ki şimdi geldikleri noktada oldukça gelişkin bir demokrasiye sahip oldular. Külliyen yalan, uyduruyor. Her ikisi de hala yoz yarı-askeri faşizan diktatörlüktür. Her ikisinde de işçilerin örgütlenme hakları yoktur, dahası burjuva muhalefetinin bile örgütlenme hakkı çok kısıtlıdır.

Hemen bunun peşi sıra yine ekliyor. Oysa diyor Çin’de komünist partinin tek parti diktatörlüğüne rağmen gelişen piyasa ekonomisi eninde sonunda yatırımcıları ve sermayedarları siyasi yapının dönüşümü yönünde baskı yapmaya itecektir. Öyle mi? Demokratizasyon yönünde baskı yapmaları beklenen kapitalistler tam da işçilere zorla yüksek sömürüyü dayatan siyasi ortam var diye gittiler Çin’e. Şimdi onların demokratikleşme yönünde baskı yapmalarını beklemek mamutların piyano çalmasını beklemek gibi bir şey değil mi? Wolf üfürüyor yine.

Bu arada Wolf’un kitabını en azından Fukuyama’nınkinden farklı kılan ağır bir Çin ve Rusya düşmanlığı. Ona göre Çin ve Rusya küresel sistemde ve demokraside geriye gidişin bayraktarlığını yapmaktalar. Hatta Trump gibi, Boris Johnson gibi, Orban gibileri de onlardan feyz almaktalar. Kısacası ABD ve İngiltere’de popülist demokrasi karşıtlığı yükseliyorsa esas sorumlular Rusya ve Çin. Peki Rusya ve Çin’deki kaba sermaye diktatörlüklerinin suçlusu kim? Artık Wolf da dahil herhangi bir üfürükbilimci liberale böyle zor sorular sormaktan vazgeçtim; cevaplama kapasiteleri yok.

Çin mi? Sonuna kadar kapitalisttir. Üstelik bol ve ucuz emek gücü, düşük üretim maliyetleri ve sosyalizmden kalma sağlam bir altyapı üzerinden sağladığı birikim ve üretim küresel reel ücretler üzerinde deflasyonist bir etki yaratmaktadır. Daha da açığı Çin ucuza üretip zengin kapitalistlere ve kapitalist aleme ucuza sattıkça reel ücretlerin artışlarının önüne geçilmesine yardım etmiş olmaktadır. Böylece gırla sömürülen Çinli emekçiler aslında küresel kapitalizmin genelinde emek gücünün değerinin yükselmesini ya da aşırı yükselmesini engellemiş olmaktadırlar. Bunu bazıları China Effect (Çin Etkisi) olarak adlandırmaktadır. Ancak Wolf sahip olduğu bakış açısıyla şu gerçeği idrak etmekten uzaktır.

Wolf’un bozulmayla ilgili tespitleri ve bu bozulmanın önlenmesine yönelik önerileri haftaya…

  • 1. Fukuyama'nın hüznü, tarihin yönü: Üfürükbilimin sonu (birgun.net)