'Ne 'mükemmel' bir emperyalizm var ne güçlü sosyalist devletler. Savaştan korunmanın tek yolu burjuvazisiz bir ülke yaratmaktan geçiyor.'

'Mükemmel' emperyalizm savaşı önleyebilir mi?

Doğu Avrupa ve Karadeniz’de gerilim son haftalarda en yüksek düzeye çıktı.

ABD, NATO, Ukrayna hep bir ağızdan Rusya’nın ani bir saldırıyla Ukrayna’yı işgal etme hazırlığında olduğunu iddia ediyorlar.

Ukrayna’nın 40 milyonu aşkın nüfusu ve geniş yüz ölçümü düşünüldüğünde, Rusya gerçekten buna niyetlenseydi, yüz binlerce askeri Ukrayna sınırına yığması gerekirdi, ama böyle bir hazırlık olmadığı belli, olsaydı saklanamazdı zaten.

Batı emperyalizminde yönetici pozisyonlar için nitelikli dolandırıcı olmak gerektiğini biliyoruz.

Tıpkı Irak’ı işgal etmek için “kitle imha silahı”, Suriye’yi işgal etmek için “kimyasal silah” yalanlarının uydurulup, ısrarla propaganda edilmesi gibi.

Ukrayna’nın işgali yalanını hızlıca Donbass’a asker yığan Ukrayna’yı silahlandırmak için kullanıyorlar. NATO’ya ait nükleer silahların Almanya’dan alınıp hemen Rusya sınırına, Polonya ve Baltık Devletlerine taşıma niyetini açıklıyorlar. ABD 6. Filosu neredeyse sürekli Karadeniz’de bulunuyor artık. NATO birlikleri gittikçe daha çok Rusya sınırlarına yaklaştırılıyor. Polonya İngiliz askerlerinin ülkeye gelmesi için tezkere çıkarıyor.

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov “Rusya’yı bir savaşa sürüklemek istiyorlar” diyor. Belarus Başkanı ise eğer savaş çıkarsa Rusya’nın yanında olacaklarını açıklıyor. Buna karşılık ABD Genel Kurmayı ve Savunma Bakanı “Ukrayna’yı yalnız bırakmayacaklarını ve ittifak ilişkilerinin de ABD’yi yalnız bırakmayacağını” bildiriyor. 

Daha önce Batı emperyalizminin neden bu kışkırtmaya yeltendiğini açıklamaya çalışmıştık.

Şimdi tekrar bir analiz yapmak yerine kışkırtma silahını ustaca kullanan ve savaşın kıyısında gezinen ama savaş çıkarmayacak şekilde kontrollü davranan “mükemmel” bir emperyalizm olabilir mi diye bakalım.

“Mükemmel” emperyalizmin ilk tanımlarından birini 1915’te Birinci Dünya Savaşı’nda emekçiler birbirine boğazlatılırken Kautsky yapmıştı. Ultra-emperyalizmi şöyle tanımlıyordu: 

“Güncel emperyalist siyasetin ve ulusal mali sermayeler arasındaki savaşımın yerine dünyanın uluslararası ölçüde birleşen mali sermaye tarafından ortaklaşa sömürüsünün geçeceği yeni, ultra-emperyalist bir siyaset olamaz mı?”

İşçi sınıfının başlıca temsilcisi olan Alman Sosyal Demokratları savaş bütçesine oy vererek savaşın suçunu sermayeyle paylaşmışken Kautsky’nin savaşı önleyebilecek mükemmel emperyalizm teorisine Lenin fena çakmıştı.

“Kautsky’nin “Marksist” kuramında, yığınların aldatılmasından başka kesinlikle hiçbir şey yoktur.”

Kautsky’nin teorisi eşitsiz gelişimin tetiklediği emperyalist rekabetin devrimlere yol açma olasılığından ve sorumluluğundan o zamanın döneklerini kurtarma girişimiydi.

Gerçekten 1914’e gelinirken hiç kimse topyekûn bir savaş çıkacağına inanmıyordu. İngiltere’nin hegemonyasındaki dünya bir dengeye oturmuştu. Ancak Almanya’nın 1870’de siyasi bütünlüğünü sağlaması, sonrasında sanayileşmesi ve güçlü hırslarla dolu bir emperyalist ülke haline gelmesi çok hızlı gerçekleşmişti. Almanya yeni sömürgeler istiyor, İngiltere Almanya’nınkileri de istiyor, Fransa Alsas-Loren’i Almanya’dan geri istiyor, Rusya Boğazlara göz dikiyordu. Çıkmaz sanılan bir savaş hiç de komplo olmayan bir suikastla patlayıverdi. 

Kautsky’nin ultra-emperyalizmine yaklaşıldığı bir dönem oldu aslında ama bu sermayenin değil ironik olarak sosyalist dünyanın, yani emperyalist rekabeti sermayenin kafasına yıkıp devrimini yapan ülkelerdeki emekçilerin eseriydi. 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalizmin prestiji ve siyasi gücü o kadar artmıştı ki emperyalist ülkeler kendi aralarındaki rekabeti azaltmak zorunda kaldılar. ABD hegemonyası altında ABD-Almanya, Japonya-AB, Almanya-Fransa, İngiltere-Fransa ne derseniz, emperyalistler arası rekabet sosyalizme karşı verilen karşı-devrimci aktivite esnasında mümkün olduğu kadar ertelendi veya hafifletildi.

1990 sonrası “mükemmel” emperyalizmin ABD komutasındaki müttefiklerin tüm uluslardan emekçi sınıflara saldırısıyla süreceği sanılmıştı. Ama sürpriz rekabet başka bir yerden, kapitalizme geçen eski sosyalist ülkelerden geldi. Şimdi bu rekabetin etrafında dönüyor paylaşım savaşı tehlikesi.

“Mükemmel” bir emperyalizm olabilir mi sorusu paralel başka bir soruya yol açar.

Bir ülkenin sermaye sınıfı ülkesindeki emekçi halkı paylaşım savaşından koruyabilir mi? Tarih yine bunun ancak dünya siyasetinde güçlü sosyalist ülkelerin varlığında mümkün olabileceğini söylüyor bize.

İttihat ve Terakki Osmanlıda sermaye sınıfı adına iktidara gelişinden daha 6 sene sonra ülkeyi emperyalist paylaşım savaşına sürükleyiverdi. 1923 Devrimi ise eğer uzun yıllar topyekûn bir savaştan uzak kalabildiyse bunu Sovyetlerin varlığına borçluydu büyük ölçüde.

Şimdi ise ne “mükemmel” bir emperyalizm var ne güçlü sosyalist devletler.

Savaştan korunmanın tek yolu burjuvazisiz bir ülke yaratmaktan geçiyor.

Ancak bir emekçi cumhuriyeti ülkenin emekçi sınıflarını paylaşım savaşının getireceği felaketlerden koruyabilir.

Herhangi bir burjuva siyasetinin peşine takılmak ölümcül bir hata olacaktır, hele bu konuda kötü ünlü sosyal demokratların!