Kovid-19 salgını dünyayı sarsarak ilerlemeye devam ediyor. Salgının ne zaman hız keseceği, yeni vaka ve ölüm sayılarının ne zaman azalacağı bilinmiyor.
ABD emperyalizminin en üst düzey yöneticisi olan Trump bir kez daha atıp tutturamadı. Hatırlarsanız, iki ay kadar önce Çin’den başlayıp yayılan yeni koronavirüs salgını için “Havalar ısınınca Nisan’da geçer” demişti.
Şimdi ABD’nin pandeminin yeni merkez üssü olduğu söyleniyor.
Koronavirüs pandemisi ulus seçmeden hemen bütün dünyaya yayıldı. Vaka sayısı bir ay içinde milyonları bulacak muhtemelen. Ülkelerin iktisadi çöküşü de bulaşıcı ve hızla yayılıyor. Buldukları o kibar kavrama, “Resesyon”a aldırmayın, çöküş bütün ülkelerin şöyle ya böyle küçülmesiyle sonlanacak.
Bazen kavramlar birbirine karışıyor. Dünya kapitalizminin yeni koronavirüs salgını nedeniyle tetiklenen sarsıntısı bir kriz mi, yoksa çöküş mü?
Dünya kapitalizmi 1970’li yılların başında bir krize girdi ve hâlâ o krizin içinde.
5 Mart’ta Moskova’da yapılan görüşmelerin sonucunda İdlib düğümü çözülmedi ama kriz geçici bir süre için ertelendi ve yeni bir statüko tanımlandı.
Rusya’nın Suriye devletine askeri destek vererek sahaya indiği 2015 yılından itibaren Suriye’de dengeler değişmişti. ABD’nin bölgedeki gerici rejimlere ve cihatçılara dayalı komplosu bozulmaya başlamıştı.
Korkunç bir hafta geçirdik.
Türkiye sermayesinin ve özelinde AKP’li yılların belirlediği bir kulvarın bilançosuyla karşılaştık.
Türkiye sermayesinin askeri güce dayanarak kendine hegemonya alanları açabileceği düşüncesi duvara tosladı. Onca gencimiz yabancı topraklarda kısıldıkları yerde öldüler.
Dünya tarihinde bazı kritik anlar vardır. Tarihin içinde verili bir dönemde bir coğrafyada düzen bunalım içindeyse ve toplumu ileri götürme yeteneğini yitirmişse, bazen doğal felaketlerin düzenin yıkılmasına katkısı olur.
Minos’taki yanardağ patlaması, Hititlerde kuraklık ve veba salgını gibi.
Türkiye’de ne yazık ki sermayeden bağımsız çok az medya kurumu kaldı. Onların da büyük bir kısmı devlete bağımlı hale geldi. Basın emekçilerinden ne yazık ki ekmek parası karşılığında ruhlarını da satmaları isteniyor.
Bu durum, ideolojik yükü ağır bir dil üretiyor. Yüzlerce kanaldan aynı dil üzerimize boca edilince gerçeklik duygumuz sarsılıyor.
İnsanlar doğup yaşadıkları ülkeye bağlanırlar, dünyada insanlığın ilerleyişine bu topraklardan da katkı sunulsun isterler.
Yurtseverler tarihimizde ülkeleriyle gurur duyabilecekleri şeyler bulabilir. Örneğin, Osmanlı hanedanlığına ve emperyalizmle işbirlikçiliğine karşı mücadele. 1923 Devrimi ve Sovyetler Birliği ile dayanışma.
Çin’de başlayan yeni grip salgını gündeme oturmuş durumda.
Bir ay içinde 10 bin vakaya ve 200 civarında ölüme yol açmış gözüküyor. Özellikle sermayeye bağlı medyanın haber tarzı tüm dünyada bir panik havası yarattı. İnsanların en acil sorunları unutup grip salgınıyla yatıp kalkmaları isteniyor.
Bu köşede emperyalist dünyadaki gerilimleri, iç dinamikleri, tehditleri anlamaya çalışırken Almanya’nın taşıdığı belirsizliğini de çözmeye çalışıyoruz.
Sonuçta Almanya önemli.
Son iki büyük paylaşım savaşında başrollerden birini oynadı.
Soğuk savaşta Batı Almanya Sovyetler Birliği karşıtı yığınağın merkeziydi.
Libya’da paylaşıma ilişkin zirve şaşırtıcı bir şekilde Rusya’da yapıldı. NATO şemsiyesi altında 2011’de Libya’ya çullanan Fransa ve İtalya düşük profilli kaldılar. Oysa Libya NATO tarafından bombalanırken İtalyan ve Fransız enerji tekellerinin hisseleri tavan yapmıştı.
Bu köşede daha geçen Ağustos ayında Amazon ormanlarındaki yangını ele almıştık. Üzerinden bir yıl geçmeden Avustralya’yı dört aydır kasıp kavuran yangını içimiz acıyarak ele almak zorunda kalıyoruz.
Olaylar hızla tırmandı, yılbaşı gecesi ABD’nin Irak elçiliği basılmıştı, yılın ilk günlerinde İranlı komutan Kasım Süleymani yanındakilerle birlikte bir ABD suikastında öldürüldü.
Uluslararası bir haydut devlet olan ABD, yalan ve komplolarla Irak’ı işgal etti, bu süreçte milyonlarca Iraklının ölümüne yol açtı, şimdi işgal ettiği topraklarda cinayetlerine devam ediyor.
Fransa’da 5 Aralık’ta başlayan ve 2 milyon civarında işçinin katılımıyla süren grev devam ediyor.
Macron’un “Mezarda Emeklilik Yasası”na karşı 250 kadar sendikadan emekçiler eğitimden sağlığa, itfaiyecilerden demiryolculara, havayolu emekçilerinden rafineri işçilerine kadar hemen bütün sektörlerde grev ve sokak gösterilerine katıldılar.
Doğu Akdeniz’de, yeni keşiflerle muhtemelen artacak, 2 trilyon metreküp doğalgaz rezervinin bulunması emperyalist rekabeti şiddetlendirdi.
Türkiye Libya’daki iki iktidardan Trablus’taki hükümetle deniz sınırlarını belirleyen bir anlaşma yapınca gözler tekrar Libya’ya çevrildi.
Macron’a göre beyni!
Geçen hafta Londra’da toplanan NATO zirvesiyle ilgili Kemal Okuyan ve Mustafa Türkeş’in önemli yazıları soL Haber Portalı’nda yayınlandı.
Emperyalist düzenin yarattığı akılsızlık kültürel bir gelişime, teknolojik aşamalara sevinmemizi engelliyor, çünkü hemen süngüler emekçi sınıflara dönüyor.
Son yüz yıla damgasını vuran petrole dayalı binek araçlarından elektrikli olanlara geçişe tanıklık ediyoruz. Daha önümüzdeki yıl üretilen otomobillerin %6’ya yakınının elektrik ile de çalışacağı söyleniyor.
Sonbaharda dünyanın birçok yerinde hemen eş zamanlı patlayan halk ayaklanmaları Türkiye’de yaşanan bir olayı kaçırmamıza neden oldu.
5-7 Kasım tarihlerinde Çin Demiryolu Ekspresi, elektronik eşya dolu 42 vagonuyla Türkiye’yi boydan boya geçti. Marmaray üzerinden kıta değiştirdi ve Prag’a doğru yolculuğuna devam etti.
Gerçekten nasıl oluyor da Küba’da sosyalizm 1959’dan bu yana bütün düşmanlıklara rağmen korunurken Latin Amerika’daki sol iktidarlar arka arkaya indiriliyor.
Geçen hafta Lübnan’daki halk ayaklanmasından bahsetmişken bu coğrafyada yaşananları biraz daha anlamaya çalışmakta yarar var.
Örneğin, Sabra ve Şatilla katliamını.
Lübnan’da 17 Ekim’de başlayan halk ayaklanması sürüyor. Filistin ve Suriyeli göçmenlerle birlikte nüfusunun 7 milyon civarında olduğu bu ülkede 2 milyona yakın vatandaşın ayaklanmaya şu veya bu şekilde katılmış olması ciddiye alınmalı.
Örneğin, bu oran Türkiye’ye yansısaydı 25 milyon kişi sokağa dökülecekti.
Şili’deki bir haftayı geçen halk ayaklanması esnasında Devlet Başkanı Pinera’nın eşinin “Biz istila altındayız, adeta bir uzaylı istilası” sözleri basına sızdı.
Ama bu sözü bir burjuvanın zengin hayal gücüne bağlamayın, aslında çok bilinçli bir sınıf korkusunun işareti. Çünkü hemen arkasından “Ayrıcalıklarımızı kısmak ve başkalarıyla paylaşmak zorunda kalacağız” dediği duyulmuş.
Şu söze ne dersiniz?
“Biz savaş karşıtıyız, barıştan yanayız.”
İlk anda altına herkesin imza atacağı bu söz aslında bu haliyle metafizikten başka bir şey değil!
Oysa her olay, her savaş ve her barış, gerçekleştiği tarihsel dilim içinde, içerdiği tarihsel taraflarıyla ele alınmak zorundadır.
2019’un son ayları sanki 2020’de olacakların bir uvertürü gibi. İktisadi kriz, bölgesel paylaşım savaşları, emekçi halkların bunlara tepkisi…
Bir süredir IMF’yi bir aktör olarak ortalıkta fazla görmüyorduk.
Basından Demokratların Trump’ın görevden azledilmesi için girişimde bulunduğunu izlemişsinizdir.
Neden azledilecekmiş?
Trump Ukrayna Devlet Başkanından telefon görüşmesinde, önümüzdeki başkanlık seçimlerinde kendisine rakip olarak çıkacak Biden’ın Ukrayna’da bir enerji şirketinin yönetim kurulunda bulunan oğlunun soruşturulmasını istemiş.
Trump geçen hafta BM Genel Kurulu’nda “Günümüz küreselleşmecilerin değil, yurtseverlerin dönemi olacak” diye buyurdu.
Bir kere ABD emperyalizminin bu mendebur temsilcisinin ağzına “yurtseverlik” kavramının hiç yakışmadığını söyleyelim.
ABD’nin Çin’e karşı yürüttüğü örtülü savaş İran ve Körfez bölgesine odaklanmış gözüküyor. Öte yandan daha önce birçok kez bu köşede ele aldığımız bu konunun özünde bir değişiklik bulunmuyor.
Oysa, ABD emperyalizmi dünyanın her yerinde başka bir fesat ile uğraşırken kendi evinde rahatsız edici bir olayla karşı karşıya.
Son aylarda Vietnam’ın her uluslararası platformda Çin’i şikâyet ettiği izleniyor. En son bildiğimiz, Dünya Demokratik Kadınlar Federasyonu toplantısında Vietnamlı delegeler, Çin’i Vietnam’ın Münhasır Ekonomik Bölgesini taciz etmekle suçladılar.
İddiaya göre Çinli balıkçı tekneleri Çin sahil koruması eşliğinde Vietnam sularında avlanıyorlarmış.
Bilim ve Aydınlanma Akademisi tarafından düzenlenen Moskova’da kütüphane ve arşiv gezisi bugün sonlanıyor, geziyi gerçekleştiren ekip ülkeye dönüyor.
Reel sosyalizmin tarihinin çok şiddetli bir sınıf mücadelesi tarihi olduğunu biliyoruz. Başka türlü bu tarihi kavramak mümkün değil. Ne demokrasi ne insan hakları kriter olarak alınıp açıklanabilir.
Aşağıdaki şekle bakarsanız yağmur ormanlarındaki yangının ne kadar vahim olduğunu anlamak kolaylaşır. Amazon ormanları binlerce yerinden yanıyor, dumanları gündüzü geceye çeviriyor.
1949’da iç savaşı Çin Halk Ordusu karşısında kaybeden milliyetçiler Tayvan adasına çekildiler ve Birleşmiş Milletler yıllarca milyar nüfusu ile kıta Çin’i yerine Tayvan’ı tanıdı. Ancak Çin’in Sovyetler Birliği ile iyice arasının açıldığı 1970’li yıllarda Birleşmiş Milletler Örgütüne girebildi.
Son birkaç hafta içinde ABD ve Çin’in başını çektiği hegemonya krizinin bütün cephelerinde gerilim arttı ve bu cepheler yeni özellikler kazandı. Venezuela’ya ve İran’a ABD tarafından uygulanan abluka sıkılaştı, Hürmüz Boğazı’nda askeri bir uluslararası yığınak oluşmaya başladı. İdlib ve Kuzey Suriye bölgesinde stratejiler değişti.
Bir tane iyi haber gelmiyor, her yerde çürümenin, işsizliğin, doğa katliamının, cinayetlerin, devletlerarası haydutluğun, savaş tehdidinin altında dünya geriliyor. En temel mesele olarak, insanlığın bu bunalımı nasıl aşacağı, bu çürüme ve tehditlerden uzak bir geleceğin nasıl kurulacağı sorusu yükseliyor.
Türkiye siyasetinde yeni bir arayış ve tasarım niyeti olduğunu herkes fark ediyor. Düzenin pasif aktörleri olarak görülen emekçi sınıflar yeni tasarımda taraf olmaya itiliyorlar.
Bir yanda demokrasi, uzlaşma, Anayasa’nın parlamentonun ağırlığını artıracak şekilde düzenlenmesi, diğer tarafta ABD’ye karşı milli duruş.
Hangisini seçelim?
Bu yaz sıcağında bilmiyorum okuyucunun aşağıdaki haritayı incelemeye hali var mı, ama dünya demiryolu ağlarını gösteren bu harita çok şey söylüyor. Adeta dünyada kapitalizmin tarihini özetliyor. Dünyanın eşitsiz gelişimi, sömürgeciliğin ve emperyalizme bağlılığın izleri haritada izlenebiliyor.
Bilim ve Aydınlanma Akademisi tarafından düzenlenen Sosyalist Gelecek ve Planlama Sempozyumu’nun ilk duyurusu bugün yayınlandı. 6-8 Aralık 2019 tarihlerinde Ankara’da düzenlenecek sempozyumun duyurusuna aşağıda görebilirsiniz.
İsrail 1948’deki kuruluşundan itibaren önce İngiliz sonra ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya başlıca müdahale aracı oldu. İsrail muhakkak bir “araç”a indirgenemeyecek, kendi yayılmacı politikaları olan bir oluşumdu ama bu emperyalist dünyadaki yerini değiştirmiyor.
Yerel seçimlerden sonra yeni bir dalga yükseliyor. Bir siyasi kriz yaratmamak için herkes çok temkinli, örneğin erken seçimi kimse ağzına almıyor fakat herkes Anayasa değişikliğinden bahsediyor.
Güçlerin ayrılığı ilkesini güçlendirecek, meclisin yetkilerini artıracak, basın özgürlüğünü sağlayacak vb…
Birkaç hafta önce bu köşede ABD’nin Huawei telefonlarına getirdiği kısıtlamaları ve nedenlerini tartışmıştık. Ancak geçen haftalar içinde Çin ticaret savaşında elinin güçlü olduğu yerden öyle bir tehdit savurdu ki ABD’nin getirdiği kısıtlamalar gevşetildi veya ertelendi.
1898 yılında Küba halkının İspanyol sömürgeciliğine karşı dalgalar halinde gelen başkaldırısı çok gelişkin bir noktaya gelmiş ve bağımsızlığa çok yaklaşılmıştı. İç savaş esnasında ABD’lileri tahliye etmek için gelen ABD savaş gemisi USS Maine Havana Körfezi’nde büyük bir patlama ile sarsıldı ve hızlıca battı.
Doğu Akdeniz’in emperyalist dünyanın jeopolitiğinde önemi olduğu ve Kıbrıs’ın konumu gereği bir uçak gemisi olarak nitelendirildiği biliniyor.
Bir kere dünya ticaretinin üçte biri kadarı Akdeniz’i ve Süveyş Kanalı'nı kullanılarak yapılıyor. İngiliz emperyalizmi Kıbrıs’taki üslerinin Ortadoğu’yu ama özellikle Süveyş Kanalı'nı kontrol etmekle ilişkili olduğunu hiç saklamadı.
Huawei’nin en üst düzey yöneticilerinden ve şirketin kurucusunun kızı olan Meng Wanzhou geçen Aralık ayında Kanada’dan Latin Amerika’ya geçmek üzereyken tutuklandı. Çin’in çok şiddetli tepki göstermesi üzerine kefaletle serbest bırakıldı ve elektronik kelepçeyle hâlâ Kanada’da bulunuyor ve mahkemeye çıkmayı bekliyor.
Neden tutuklandı?
WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange hakkında yıllardır süren dava ve geldiği boyut sanırım ancak Dreyfus davası ile karşılaştırılabilir.
Paris Komünü’nün kanı üzerine kurulu bir cumhuriyet koyu bir gericilik ile sürdürülebilirdi. Bu gericiliğe bağlı çürümenin belki birçok belirtisi vardı ama toplumu en çok taraflaştıran konu Dreyfus Davası oldu.
Günümüzden neredeyse 60 yıl kadar önce ABD Başkanı Eisenhower başkanlıktan ayrılış töreninde “Askeri-Sınai Kompleks” kavramını kullanmış. Konuşmasında satır arasında şöyle demiş: “Askeri-endüstriyel kompleksin hükümet kurumları içinde kanunî dayanağı olmayan etkilerine izin verilmemelidir.”
Daha önce Sudan’a bu köşede iki kez değinmiştik, bir kez Sudan tarihindeki hatırı sayılı sınıf mücadelelerine kısaca bakmış, geçen hafta ise Müslüman Kardeşler bağlantısını
ABD’nin Müslüman Kardeşleri (MK) terör örgütleri listesine almak için hazırlık yaptığı söyleniyor. Rusya 2003’te birçok cihatçı örgütle birlikte MK’yı terör örgütü listesine almıştı. 2013-14 dönemecinde ise Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından terör listesine alındı.
Sri Lanka’da 21 Nisan’da ayin esnasında kiliselerde ve otellerde bombalar patladı, katliam esnasında 300’e yakın kişi ölürken, 500 civarında kişi yaralandı. Bombalı saldırılar sonraki günlerde de sürdü ve adeta ülke terör saldırıları tarafından felce uğratıldı.
Libya’da yıllardır devam eden iç savaşın yükseldiği görülüyor. Türkiye’den bakınca ne olduğunu, neden savaşıldığını anlamak çok kolay değil. Bu yazıda savaşın nedenlerini biraz olsun anlaşılır kılmaya çalışacağız.
Türkiye’nin pek de gündeminde olmayan Sudan, geçen yıldan bu yana süren ayaklanmalar 30 yıldır ülkeyi yöneten Ömer el Beşir’i devrilmesine yol açınca öne çıktı. Geçen gün tesadüfen seyrettiğim bir televizyon kanalında ezgili sloganları ile halkı çoşturan bir Sudanlı kadından bahsediliyordu.
ABD, Çin’den başlayıp Ortadoğu ve Akdeniz’e kadar uzanan Yeni İpek Yolu hattını istikrarsızlaştırmak için yeni bir adım daha attı ve İran Devrim Muhafızları’nı terör örgütleri listesine aldı.
Seçim boyunca Türkiye’ye odaklandık, oysa geride bıraktığımız Mart ayında dünyada önemli gelişmeler oldu:
Örneğin, kendini dünyanın tapu-kadastro müdürü sanan Trump Golan Tepeleri’nin İsrail’e ait olduğuna karar verdi! Sinsice kaşıdıkları mezhep ve din savaşlarının ateşini bir kez daha körüklemiş oldu.
1989’da reel sosyalizmin bir karşı devrimle çözülmesinin sembolü “Duvar”ın yıkılması oldu. Aslında duvar bütün dünyada emekçi sınıfların, aydınların ve ütopyalarımızın üzerine yıkıldı.
Artık tarihi yapacak, toplumu ileriye taşıyacak özne kalmamıştı.
Buna “Elveda Proletarya” dediler.
Artık devrim öncesi, devrim sonrası ayrımı kafalardan silinmişti.
Son günlerde teknolojinin de bulaştığı çok trajik iki olay içinde yaşadığımız düzenin yapısı ve geleceğine ilişkin önemli ipuçları sundu.
Hemen bütün ülkelerde feodalizmin sonuna doğru kır-kent nüfusuna ilişkin standart bir rakam veriyor tarihçiler: Nüfusun %90’ı köylerde, %10’u kentlerde yaşıyor.
Bu oran zenginliğin temel kaynağının toprak olduğu ve sömürünün köylü emeğine dayandığı feodalizm için çok normal.
Asya’daki gerilim ve çatışmalar, Keşmir sorunu yüzünden Pakistan ve Hindistan’ın sıcak bir savaşın eşiğine kadar gelmesiyle hız kazandı. Büyük ölçüde İngiliz emperyalizminin mirası olan Hindistan-Pakistan gerilimi Hindistan tarafındaki askeri güçlere radikal İslamcı bir grubun bombalı saldırısıyla tekrar alevlenmişti.
Eğer dünya tarihi fetih ve kahramanlıklardan ibaretse, Haiti dünyanın en unutulası ülkesidir. Ancak toplumların insanın insanı sömürmesine dayalı son 6 bin yılını özgürlük ve eşitliğe adanmış bir mücadele tarihi olarak görüyorsak Haiti birden önem kazanır.
Bu yazıyı okuduğunuz saatlerde Venezuela’ya askeri müdahale olasılığı çok yükselmiş, belki de çatışmalar başlamış olacak.
Sarı Yelekliler mi?
Öncülerinden bir grup Obama ile görüşme talebini iletti. Obama’ya yazdıkları mektupta “Dünya ve Avrupa ile ilgili meselelere yaklaşımını önemsediklerini” kaydetmişler.
Obama’nın Libya ve Suriye halkını bir felakete sürüklemesini beğeniyorlar herhalde!
Yoksa, İtalya’da Hükümetin büyük ortağı olan “düzen karşıtı” Beş Yıldız Hareketi mi?
Bir süredir Avrupa Birliği (AB) içinde İtalya’nın ayrıksı bir politika izlemesi dikkat çekmeye başladı, ayrıca bu çatlağın etrafında AB emperyalizminin pislikleri etrafa saçıldı. Bu çatlağı kısaca da olsa ele almak yararlı olacak.
Venezuela halkı ile dayanışmak için “Devrim Televizyondan Gösterilmeyecek”in geçen gün tekrar gösterimi yapıldı. Daha önce defalarca seyrettiğim bu dünyanın en ibret verici belgeselini aynı heyecanla izledim.
ABD emperyalizminin bütün cephelerde saldırganlığını artırdığına tanıklık ediyoruz.
Venezuela’daki en olmadık darbe girişimi ve Latin Amerika’nın gerici rejimlerinin ABD’nin arkasında toplanması bu saldırganlığın açık ve utanmaz bir örneği oldu. Darbe girişimini bir askeri müdahale izleyecek mi, göreceğiz.
ABD’de hükümet nerdeyse bir aydır kapalı, kamu emekçileri maaşlarını alamıyorlar. Çünkü aşağıda görülen Meksika sınırında inşa edilen duvarın tamamlanması için Trump gerekli bütçeyi alamadı ve şantaj yapıyor.
Bu köşede izlemeye çalıştığımız emperyalist rekabet, bloklaşma, gizli planlar, pazarlıklar, komplolar ve her türlü rezillikten siz bıkmadıysanız, ben bıktım.
Bugün gözümüzü başka bir yana, kıpırdanmaya başlayan, emekçi sınıflara çevirelim.
Bundan üç hafta önce emperyalist dünyada Türkiye’nin yürüttüğü çok boyutlu pazarlığa değinmiştik. Özellikle ABD ile yoğunlaşan pazarlığın sonuçları daha net gözükmeye başladı.
Muhtemelen Noel tatili nedeniyle emperyalist güçler arasındaki komplolar, kışkırtmalar, gizli anlaşmalar biraz olsun hız kesti. Yeni yılın başlaması ile olayların nasıl tırmanacağını ve emekçi halkların başına hangi belaları öreceklerini göreceğiz.
Ama yılın bu son yazısında, bu kısa soluklanmadan da yararlanarak yeni yıl için olumlu şeyler yazmanın yararlı olacağını düşünüyorum.
New York metrosu Ankara metrosundan neredeyse yüz yıl önce, 1904’te açılmış. İleride tarihçiler ülkeleri birbirleriyle karşılaştırmak için kent metrolarının kuruluşunu dikkate alacaklar sanırım.
Ukrayna’nın Kerç Boğazı kışkırtması yol açtığı olaylarla devam ediyor. Bu kışkırtmanın bir ABD planı olduğu ve Ukrayna’nın kendi başına Rusya karşısında herhangi bir kayda değer askeri varlığı olmadığı biliniyor.
Bu kışkırtma sonuç vermeye başladı.
Eğer haberler bizi aldatmamışsa bu yazının yayınlandığı gün Fransa bir kaosa uyanacak.
Geçen hafta Azak Denizi’nde yaşanan olay dünyanın gündemine yerleşti. Ukrayna’ya ait üç askeri gemi Kırım’daki Azak Denizi’ne Kerç Boğazı’ndan girmek istemesi üzerine Rusya tarafından durduruldu, askerler tutuklanırken, gemilere el kondu.
Avrupa Birliği sınırları içinde geçen bir iki haftada deşifre edilmeyi gerektiren çok tuhaf söylemler oldu.
İlk olarak, Birinci Dünya Savaşı kurbanlarını anmak için buluştukları toplantılarda Macron ve Trump arasındaki atışmalara değinmeliyiz.
Trump’ın Birinci Dünya Savaşının bitmesinin yıldönümü nedeniyle katıldığı Avrupa’daki toplantıda yaşadığı yalnızlaşmayı izledik. İlk kez Avrupa ordusunun ABD’ye karşı da bir güvence olması gerektiği açıktan dillendirildi.
Ancak ABD’nin emperyalist dünya liderliğinde gerilemesinin en ironik örneği İsrail’den geldi.
Şu ambargo işi, ABD’nin tek taraflı ve tamamen keyfi olarak, 2015’te imzalanan (İran ile ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya, Çin arasında) Nükleer anlaşmadan çekilmesiyle başladı.
Dünyadaki bütün emekçi halkları tehdit eden bir emperyalist söylem ortalıkta dolaşıyor.
Emekçi sınıflara dayanan bir siyasetin kriz ve çöküşü birbirinden ayırt etmesi hep önemli oldu.
Şimdi dünyaya ve en nihayet Türkiye’ye baktığımızda çok boyutlu ve derin bir krizi fark ediyoruz. Bu hem siyasi, hem moral, hem iktisadi bir kriz.
Siyasi kriz denince ilk akla gelen güncel örnek, Brezilya seçimleri.
Kaşıkçı cinayetinin seyri dayanılmaz bir hal aldı. Olayın etrafında dolaşan devletlerin hiçbiri olayı nesnel bir cinayet soruşturması ve uluslararası ceza hukuku açısından değerlendirmiyor, her biri bu olaya kendi, daha doğrusu temsil ettikleri sınıfların çıkarlarını gözeterek yaklaşıyor.
Öldürülen kişinin kendisinin de emperyalizmin maşalarından biri olması durumu değiştirmiyor.
Bir devletin alenen seri katil gibi davrandığı bir olayla karşı karşıyayız.
Dünya düzeninin iyice çivisinin çıktığını Brezilya’da bu pazar yapılacak başkanlık seçimleri çok iyi gösteriyor.
Soçi’de Rusya ve Türkiye arasında imzalanan İdlib anlaşması sanırım dünyanın en tuhaf anlaşması olarak tarihe geçecek, çünkü birbirini nasıl boğacağını bilemeyen bütün kuvvetler anlaşmayı övmekten bir hal oluyorlar.
Bir kez Trump’a kulak verelim:
Birkaç gün önce “yok artık” denecek bir gelişme yaşandı: Çin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi ve savaş uçağı alınca, ABD Çin’in Savunma Bakanlığı’na yaptırım uygulama kararı aldı.
Bir süredir İdlib düğümünü yakından takip ediyoruz. Türkiye sermaye sınıfının ABD ile Rusya/Çin/İran arasındaki gidiş gelişlerinin sonu olabileceği ve denge politikasının bu düğüm etrafında sürdürülemez olduğunu bir çok kez belirttik. Bu doğrultuda son gelişmelere bir kez bakalım.
Sanırım geçen haftanın incisi Mevlüt Çavuşoğlu’nun ağzından çıktı: “Bunların amacı İdlib’i ele geçirmek.”
Sanki ABD emperyalizmi ve müttefikleri bir plan doğrultusunda Suriye’yi karıştırmadılar, on binlerce cihatçıyı dünyanın her yerinden toplayıp Suriye’ye yığmadılar ve Suriye devletinin sanki başka bir ülkenin toprağında gözü var.
Bayramdan sonra İdlib’de kıyametin kopacağı anlaşılıyor.
Türkiye’nin içine yuvarlandığı krizde, her kafadan bir ses çıkıyor; kimisi ‘Türkiye NATO’dan atılmalı’ diyor, kimisi ‘ABD Türkiye gibi bir müttefikten vazgeçemez’ diyor. Kimisi ‘Türkiye ekonomisinin ABD’nin yeni hamleleri ile çökeceğini’ söylüyor, kimisi ‘Katar’a, Rusya’ya, İran’a ve Çin’e tutunarak krizi atlatacağını ve eksen değiştireceğini’ iddia ediyor.
Epeydir tanımladığımız süreç son bir kaç ayda çok hızlandı ve emperyalizmin düğümleri gerilerek net bir şekilde görülür hale geldi.
Yaz tatiline çıktım ve bu hafta için güncel olmayan bir konuyu yazmayı planlamıştım, ama ABD yaptırımlarının ilan edilmesi ile başka bir konuyu ele almaya kalksam sanki tatile Mars’a gitmiş gibi olacağımı fark ettim.
Bir yandan da bu konuda yazacak çok bir şey yok, kısa bir süre önce “yolun sonuna geldiğimizi” vurgulamıştık.
Adnan Hoca operasyonu öncesi sayfalarında izlenme sayısını arttırmak için “Kedicik”lere sürekli yer veren sermaye basınında şimdi her gün yeni bir haberle karşılaşıyoruz.
“Mason olabilmek için 1 milyon avro rüşvet verdiği anlaşıldı.”
“Adnan Oktar’ın servetini duysanız dudağınız uçuklar.”
NATO zirvesi sonrası Trump, züccaciye dükkânına girmiş bir fil gibi kırılmadık bardak, sürahi, tabak bırakmadan, Avrupa turuna devam etti. Helsinki’de Putin ile buluştu, burada “Rusların ABD seçimlerine karıştığına inanmıyorum, Amerikan istihbaratı doğru bilgi vermiyor” demesi kendi ülkesinde bir fırtınanın esmesine neden oldu. Bunun üzerine sözünü geri aldı.
Türkiye’yi sarmalayan ve birbiriyle ilişkili uluslararası iki süreç bir dönemin sonuna işaret ediyor. AKP’nin bir ülkede elde edilebilecek en büyük gücü elde ettiği kesit aynı zamanda karşıtını, mutlak bir güçsüzleşmenin dinamiklerini içeriyor.
Tehditler havada uçuştuktan sonra dün itibariyle ticaret savaşı başladı. Savaşın ilk top atışları daha önce bahsettiğimiz gibi ABD ve Çin arasında gerçekleşti. ABD, Çin’den ithal edilen 800’den fazla ürüne %25 ek gümrük vergisi uygulamaya başladı.
Merak etmeyin ne yemek tarifi vereceğim ne de yamyamlığa başladım! Sadece aşağıdaki fotoğrafı görünce emperyalist sistemde önemli gelişmeler olmasına rağmen araya tali bir konuyu sıkıştırmayı düşündüm.
Son iki haftaki yazılarda ticaret savaşını ve G-7 zirvesini ele almıştık. G-7 zirvesindeki bir ayrıntıyı ise gözden kaçırdık.
Geçen hafta Kanada’da toplanan G-7 zirvesinde çekilen aşağıdaki fotoğraf bir hafta içinde o kadar çok medyada yer aldı ki sanırım görmeyenimiz kalmamıştır. Gazetecilik açısından bayatlamış olabilir ama içerdiği tarihsel değerin önemi nedeniyle bu yazıya almamak olmayacaktı.
Bin yıldan fazla süren Avrupa feodalizminin uyuşukluğu sönerken ve kapitalizmin şafağında, “ütopya”lar arkası arkasına patladı. Alışılmamış, daha dinamik, akla dayalı ve adil bir dünya umudunu yansıtan kurgular, 16. ve 17. yüzyıllarda More’un, Campanella’nın, Bacon’un kaleminden kâğıda döküldü.
Bir zamanlar Türkiye sermayesinin siyasi temsilcisi, şimdi Erdoğan “başkan” olursa yardımcısı olacağı söylenen Çiller’in şu lafını hatırlayalım: “Son sosyalist devleti biz yıktık.”
Bu yazıda yurtdışındaki süreçler yerine 24 Haziran Başkanlık seçimleri üzerinden dış politikaya göz atalım.
Sanırım Muharrem İnce’nin seçim manifestosundan şu cümle ile başlamak en iyisi:
“Batı ülkeleri ve Avrupa Birliği ile ilişkimizi ulusal çıkarlarımız doğrultusunda normalleştireceğiz.”
Sizce burada sözü geçen AB ülkeleri dışındaki “Batı ülkeleri” kim?
Trump Kore’deki genel olarak olumlu yankı bulan gelişmelerle ilgili olarak “İyi şeyler oluyor, ama zaman gösterecek” gibi bir mesaj paylaştı.
ABD’nin İran ile varılan ve İran’ın nükleer enerji programını kontrol eden anlaşmayı tek taraflı olarak tanımama kararı alması ve ekonomik yaptırımlara başlaması uluslararası ortamdaki gerginliği iyice artırdı.
Bundan tam 200 sene önce bugün Almanya’nın Trier kentinde Brückengasse sokağı 664 numaralı evin ikinci katında bir çocuk doğdu. Merak ediyorsanız söyleyeyim, sakalsız doğmuştu, henüz komünist olmadığı için kuyruğu da yoktu!