Bir ara Türkiye’de halkın umudu haline getirilen Avrupa Birliği’nden bahsediyoruz. Avrupalı büyük şirketlerin birliğinden ve halka halka dünyaya yayılan emekçi düşmanı politikalarından...

Avrupa Birliği için ideolojik filtre!

Avrupa’da bir iblis kol geziyor!

Yalancı, hilekar, ikiyüzlü, yeri gelince zorba…

Bir ara Türkiye’de halkın umudu haline getirilen Avrupa Birliği’nden bahsediyoruz. 

Avrupalı büyük şirketlerin birliğinden ve halka halka dünyaya yayılan emekçi düşmanı politikalarından.

Geçenlerde Suriye’de seçimler yapıldı.

AB dışişleri sorumlusu Borrell hemen durumu saptadı! Seçimler özgür ve adil değildi. Çatışmanın çözümüne katkıda bulunmayacak ve Suriye rejimiyle herhangi bir uluslararası normalleşmeye yol açmayacaktı.

Bu sözleri ideoloji çözümleyici bir filtreden geçirmeden anlamak mümkün değil! Sözlerin filtreden geçmiş hali şöyle:

Suriye komplosuna Batı emperyalizminin bileşeni olarak katıldık, Cihatçı çeteleri kim oraya saldı, kim finanse etti sanıyorsunuz. Suriye halkından yüz binler yaşamını yitirdi, milyonlar ülkesinden göçmek zorunda kaldı. Ülkenin bir kısmı dostumuz ABD tarafından işgal edildi, bir kısmı hâlâ Türkiye’nin hegemonyasında Cihatçı çetelerin kontrolü altında. Ama Suriye halkının yurtsever iradesini kıramadık, seçime yansıyan bu iradeden hoşlanmıyoruz. Bu durumun normalleşmeye yol açacağı sanılmasın, haydutça komplolarımıza devam etmek niyetindeyiz.”

Bu açık sözlülüğün sadece Borrell’e özgü olduğu sanılmasın. ABD, Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere Dışişleri Bakanları 25 Mayıs’ta yayınladıkları ortak bildiride “Suriye seçimlerinin ne serbest ne adil” olacağını söylediler.

AB’nin Suriye’ye yıllardır bu iradeyi boğmak için yaptırım uyguladığını, pandemi koşullarında bile yaptırımları hafifletmediklerini hatırlatalım. 

Yaptırımları nasıl gerekçelendirdiklerine gelince:

2017 ve 2018’de, önce Batı emperyalizmine bağlı ajanların Cihatçı çeteler üzerinden tezgâhladıkları kimyasal silah saldırılarını Suriye devletine yıktılar, sonra bunu yaptırımlar için gerekçe olarak gösterdiler.

Ya son Belarus’taki bomba ihbarı yapılan uçağın indirilmesine ve uçakta bulunan Neo-Nazi’nin tutuklanmasına gösterdikleri tavra ne diyeceksiniz?

AB devlet ve hükümet başkanları toplanarak Belarus’a sivil uçuşlar için hava sahalarını kapatma ve yaptırım kararı aldılar.

AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen "uçak kaçırma olayına karışan kişiler" hakkında yaptırım kararı alındığını söyledi. Von der Leyen olayı "demokrasiye ve ifade özgürlüğüne saldırı" olarak niteledi.

İdeolojik filtreyi çalıştıralım, bu zor geliyorsa yalan dönüştürücü deyin isterseniz:

Belarus’a hakim olmak, pazar haline getirmek, emek gücünden yararlanmak istiyoruz ama Avrupa’nın ortasında bir ada gibi direniyor. Belarus’u, Ukrayna’daki gibi, AB’ye tabi kılmak için kullandığımız faşist provokatörlerin serbest dolaşım hakkı ne olacak? Tosuncuğumuzu bomba ihbarı bahanesiyle tutukladılar, böylesine bir özgürlüğe saldırı olabilir mi?

Aynı von der Leyen birkaç gün önce Belarus halkına “demokratik geçiş” karşılığında AB’den 3 milyar Avro destek vaadinde bulundu. Hemen bizim dönüştürücüyü çalıştıralım:

Ah para tatlı şey, her halkın içinden satın alabileceklerimiz olur. Belarus’da AB şirketlerinin egemenliğini sağlayacak dönüşüm karşılığında 3 milyar Avro hiç fena para değil. Ama pazarlığa açığız tabii.

Bu arada hukuksuz olarak uçak indirme konusunda bir olayı hatırlatalım.

2013’te Bolivya Devlet Balkanı Evo Morales Moskova’da bir toplantıya katılmış ve sonra diplomatik dokunulmazlığı olan başkanlık uçağı ile ülkesine dönmek için havalanmıştır. Ancak aynı dönemde Rusya’da olan ve her pahasına ABD’nin ele geçirmek istediği Edward Snowden’in bu uçakla Bolivya’ya gidebileceği söylentisi yayılır. Uçak havadayken Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz hava sahalarını uçağa kapatırlar ve başkanlık uçağı Viyana’ya inmek zorunda kalır. Uçak Viyana’da kontrol edilir ve Snowden uçaktan çıkmaz.

Bu olay AB’nin nasıl çifte standartlara sahip bir şebeke olduğunu çok iyi gösteriyor bize.

Bu şebekeyi daha iyi anlamak için üzerinden iki sene geçen bir olaya daha bakalım.

Venezuela da Batı emperyalizmine şu veya bu şekilde direnen bir ülke olarak “dönüştürülmeliydi”.

Her zaman yaptıkları gibi muhalefete para akıttılar, kaybettikleri seçimleri tanımadılar. Şimdi kimsenin ismini hatırlamadığı “Muhalefetin” şarlatan temsilcisi olan Guaido’yu on Avrupa ülkesi hiçbir yasal temeli olmadığı halde “Geçici Devlet Başkanı” olarak tanıdı. Bütün şebeke oradaydı, İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya, Hollanda, Çekya…

Ancak ABD bir şekilde suni olarak yarattığı kaosa paramiliter çeteler ve ABD ordusu ile müdahaleden vazgeçince şebeke ortada kaldı. Ama hâlâ AB Venezuela’ya yaptırım uygulamaya devam ediyor.

***

Türkiye’nin ise böyle bir müdahaleye ihtiyacı yok. Türkiye sermayesi kendiliğinden teslim oldu ve Türkiye bu şebekenin resmi üye olmadan üyesi haline geldi.

AB tekellerini engelleyen hiçbir yasal engel yok bugün. Ucuz emek cenneti olarak Türkiye’deki işçiler AB tekelleri için pandemi filan dinlemeden çalışıyor. Ucuz ara ürün üretiyor, çöpüne sahip çıkıyor. Türkiye üniversitelerinde AB yükseköğrenim kriterleri geçerli. Ve Türkiye şebekenin hemen her oyununda rol alıyor.

Ancak bu kadar deşifrasyon ve kirlilik tarihsel bir dönemece girdiğimizi de gösteriyor.