Klim Sangin

Sosyalist solun kendi geçmişini sorgulaması elbette gereklidir. Zaman geçtikçe, farklı siyasal ortamlarda yeni olaylar yaşandıkça, sosyalist solun yakın ve uzak tarihinin ister istemez farklı bir ışık altında görülmesi, bu sorgulama ihtiyacına süreklilik kazandırır. Geçmişte yaşananlar bugünün ışığında çok farklı görünür, yarının ışığında daha da farklı, başka türlü görünecektir. Geçmiş bizi takip eder ve bizler onu koşullar değiştikçe yeniden tanımlamak isteriz.

Ancak eleştiri yaparken bir tür entelektüel bencillikten uzak durmak gerekir. Aksi halde insan sürekli bir yakınma halinde kendisinden sonra gelenlerin ve gelecek olanların yolunu tıkar. Bireyin kendi hayal kırıklığına başkalarını ortak etme çabasından anlamlı bir düşünce çıkmaz. Teorisi yapılamayacak tek şey hayal kırıklığıdır.

Sosyalist solun çok ağır hatalar yaptığı için öldüğünü, hatta intihar ettiğini söylemek ve bu yönde hipotezler oluşturmak mümkündür. Ancak bunu yaparken kuşakların değiştiğini, her sosyalist kuşağın farklı sorunlarla yüz yüze geldiğini unutmamak gerekir. Ölen ya da intihar eden, içinde yer aldığımız, bizim kendi siyasi hareketimizdir. Biz bu hareketin hatalarını, daralışını, sıradanlaşmasını gözlemlediğimiz için onun ölüm sebepleri hakkında pek çok şey söyleyebiliriz. Fakat bütün bunlar “sosyalist solun ölümü” gibi, bugünü ve geleceği de kapsayan bir genelleme içinde ifade edilemez. Bu ülkede bütün dönemlerin sosyalizmini sadece bizim hareketimiz temsil edemeyeceğine göre, bizim ölümümüz de yeni doğumların olmayacağı anlamına gelmez. Marksist teorinin derinliklerine aşina olmamak da büyük bir engel sayılmamalıdır. Bütün başarılı devrim hareketlerinde pratik ve somut durumun doğru analizi, kitabi teorinin önünde gitmiş, hatta onu aşarak yeni teorilerin kapısını açmıştır

Benzer başka görüşler de var. Mesela, “siyaset normal adamların işi değildir” önermesi... Elbette bunda da doğruluk payı var. Fakat burada da ölçülü olmak gerekir sözgelimi, Başbakan’ın “sosyopati” ve “psikopati”sini, liderliği henüz anlamlı olabilecek ölçülerde (tarihsel boyutta) kanıtlanmamış devrimcileri kapsayacak şekilde genişletmek, durumu abartmaya, siyaset psikolojisine fantezi eklemeye varabilir. Burada da, çok dar kişisel deneyimlerden hareketle yapılan gözlemlerin, basit hayal kırıklığının genellendiğini görebiliriz.

Kapitalist toplumda, o toplumun geçerli ölçülerine göre yaşarken başka bir toplum tahayyül eden, yasak ya da hoş karşılanmayan kitapları okuyan, giderek başkaldıran, hatta kendisini tehlikeye atan insan elbette normal değildir. Sıradan bir psikanalist, böyle bir şahsı “normaldışı” bulacak, hatta onun bir “sosyopat” olduğunu söyleyecektir. Mahir Çayan mesela, normal bir genç olsaydı Maliye Bakanlığı’nda hesap uzmanı ya da müsteşar Deniz Gezmiş ise Baro Başkanı ya da Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyesi olurdu. Nazım Hikmet rüzgara karşı yürüyecek kadar normaldışı olmasaydı, Yahya Kemal kadar normal olur, “zil, şal ve gül” diye şiir yazardı. Bir köle için “normaldışı” sayılabilecek hareketler yaparak isyan edip, topladığı çapulcularla Krezüs’ün güçlü ordusunun karşısında saf tutan Spartaküs elbette normaldışı bir gladyatör idi. Roma’nın kölelik düzeni normaldi anormal olan, o düzeni yıkmak isteyen köle isyanıydı.

Sosyalizmi öldüren ya da onu kendi hayat süresi ve deneyimleriyle yargılayan ya da sosyalist siyasette öne çıkanların “sosyopat” olduğunu öne süren kişiler nedense bana Klim Samgin’i hatırlatıyor. Maksim Gorki’nin dört ciltlik bu son romanı aslında özgün düşüncelere sahip olduğuna inanan entelektüel bireyin (Klim Samgin) sıradanlığını, daha geniş bir açıdan ise birey(ler) ile toplum arasındaki ilişkiyi anlatır. Kahramanımız, muazzam tarihi olayların (Kanlı Pazar, işçi ayaklanmaları, 1905 ve 1917 devrimleri) bazen içinden, bazen kıyısından, hiçbirine tam olarak bulaşmadan, özgün ve ayrıksı düşüncelerini eleştirel bir yaklaşımla koruyarak geçip gider. “Organik devrimci aydın”ın antitezi gibidir. Romanda, Klim Samgin’in kontrpuanı komünist militan Kutuzov’dur. İçki içen, şarkı söyleyen, kadınları seven Kutuzov, liderlik vasıflarına sahip, ölümüne mücadele eden sürgüne giderken, tutuklanırken neşesini bozmayan, hiç bir maddi varlığa sahip olmayan bir militandır (Gorki’nin yakından tanıdığı Stalin’in gençlik halini andırır). Gorki, Klim Samgin’e, Ekim Devrimi sırasında çok sıradan bir ölümü reva görür devrim kargaşası içinde onu, çok değerli sandığı fikirleriyle birlikte öyle bir yok eder ki okur dört koca cilt boyunca izlediği o hayatın ve ölümün sıradanlığı karşısında hayretler içinde kalır. İşte böyle...

Nereden aklıma geldiyse...

Not: Bu yazıdaki görüşler, Tanju Akad’ın “Ana Fikir”, Kaan Aslanoğlu’nun ise “İnsan bu” adlı internet sitelerinde yer alan yazılarından esinlenmiştir.