Renkler ve kuvvetler

Bir halk ayaklanması suni olarak yaratılamaz. Pek çok etkenin bir araya gelmesi gerekir. Aynısı grevler için de geçerlidir. Uyuşmazlığın boyutu, farklı çıkarların bir uzlaşma noktası bulabileceği düzeyi aştığı zaman, işçi iş bırakır. Bir grevin ne kadar süreceğini, başlama ve bitiş anını saptamak önemlidir. Sendika güçsüz olduğu için erken biten bir grev patronun özgüvenini artırır ve elde edilen kazanımlar geçici olur gereğinden fazla uzayan bir grev ise, arkasında bereketli tohumlar bıraksa da, tıpkı Emile Zola’nın Germinal’de anlattığı gibi, yıkımla sonuçlanır.

Halk ayaklanmalarında da grevlerde de önemli olan, kalıcı bir netice elde etmektir. Başka deyişle, kazanılan zafer geçici olmamalıdır yenilgilerin de ağır bir tahribata yol açacak ölçüde büyük olmaması gerekir. Ayaklanma dalgası geri çekildiğinde, ardında mutlaka ayaklananların kendilerini savunabilecekleri bir yapı kalmalıdır. Bunun mutlaka bir örgüt olması da gerekmez. Mesela Paris Komünü arkasında bir örgüt bırakmadı, fakat başka bir dünyanın mümkün olduğunu kanıtlayarak bir sonraki yüzyılın en büyük ilham kaynağı oldu.

Süreklilik olmadığı zaman, yönetenler ayaklanmanın yarattığı etkiyi ortadan kaldırmak, hatta onu kendi güncel siyasi çıkarlarına uygun biçimde kullanmak üzere harekete geçerler. Bunu demagojiyle ve ayaklananların saflarını bölmek için geçici ittifaklar kurarak yaparlar. Yalan söylerler, korkutmaya ve bölmeye çalışırlar.

AKP’nin yapmaya çalıştığı şey budur. Diktatörün, sürekli olarak “17 Aralık, Gezi olaylarının bir devamıdır,” demesinin AKP İstanbul İl Başkanlığı’nın, herhalde geniş biçimde dağıttığı broşüre, “Gezi olayları, nasıl ağaç, park, çevre kılıfına saklandıysa, 17 Aralık komplosu da yolsuzluk kılıfına saklanmak istendi,” diye yazmasının sebebi de budur.

Böylece hükümet, kendi yolsuzluğunu, nepotizmini, klientalizmini, rantçılarının yaptığı talanı, soygunu, polis terörünü ve Suriye halkına karşı işlediği cinayetleri içine sokabileceği mükemmel bir kılıf bulmuş oluyor: paralel yapı. Bu o kadar basit ve ahmakça bir şey ki siz Haziran Ayaklanması’nı savunduğunuz ve yolsuzlukların hesabını sorduğunuz zaman “paralel yapı” oluyorsunuz. “Paralel yapı”ya kuvvetli bir vurguyla karşı çıktığınız zaman, hükümet bundan hoşlanıyor ve sizi alıp ayrı bir yere koymaya çalışıyor. İkisine birden kuvvetle karşı çıktığınız zaman da “marjinal” olmuş oluyorsunuz. İsviçre çakısı gibi: hem kaşık, hem çatal, icabında bıçak, testere, delgi vs.

Hükümet bu aleti kullanarak, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar gidebileceğini, seçim sistemiyle ve yasalarla oynayarak Türkiye’nin siyasi rejimini değiştirebileceğini bu arada “hatalar”ını telafi ederek yeniden küresel sistemin bölgesel taşeronu olabileceğini sanıyor.

Halk ayaklanmasında “turuncu” bir renk görüp (burada tabii vahim bir renk körlüğü var!) kendisi dışında bütün solu “vatansızlar” diye etiketleyerek, sarı/yeşil sendikaların kürsüsünde dikilenler ise bu aptal oyuna figüran olmuş durumdalar. 1 Mayıs öncesinde aynen şöyle dediler: “Turuncu kuvvetler, küresel merkezler tarafından yönetilen turuncu kuvvetler Taksim’de, halkımızı uyarıyoruz!” Yani, şöyle diyor: Kaçın yoldaşlar, turuncu kuvvetler geliyor paralel güce karşı bizimle birlikte AKP’nin eteklerinde işçiyi oyalayan sarı/yeşil sendikalara sığının! Çok güzel! Fakat, nasıl da tanıdık bir ses… Felaket yaklaşıyor, Yeni Çarlar yurdumuzu işgale geliyor, herkes sahte sadece biz sahiciyiz, kaçın koşun, bize katılın… Öyle mi? Önceki trajedi bile olamayıp fars olarak kalmıştı bu seferki fars bile değil, neredeyse sıradan bir saçmalık!

Türkiye’de “turuncu devrim” 2002 yılında küresel güçlerin AKP’yi iktidara getirmesiyle gerçekleşti. Buna “sessiz devrim” dediler. Kemal Derviş’in iktisadi programını abese varacak ölçüde uygulayan, Cumhuriyet’in bütün kazanımlarını ortadan kaldıran tarikatını cemaatini, her türlü gericiliği devletin içine sokan ve paranın gücüyle halka dayatan bu turuncu devrimin vatansız/ümmetçi işbirlikçi kadrolarına bugüne kadar gösterilen yegâne anlamlı tepki Haziran Ayaklanması olmuştur. 1 Mayıs’ta İstanbul’da Taksim’i Ankara’da Ziya Gökalp’ten Kızılay’ı zorlayanlar bu ayaklanmanın “öncü kuvvetler”idir. Öncü, yeniden kitlesini bulduğu zaman renkler ve kuvvetler yerli yerine oturur. Hareket halinde her şey allar yeşiller, turuncular sarılar, morlar ve mosmorlar daha berrak görünür.