Kim sever 
ekonomik yorumu!

Köşe başlarken sadece ekonomi-finans yazılmayacağı belirtilmişti. Fakat ekonomi, siyasi gündem hızla ısındığı için, giderek tümden diğer katkılara ve pazartesi dosyalarına kaydı. Bu haftadan başlayarak burada çarşambaları ekonomi dışı yazılar, perşembeleriyse ekonomik değerlendirmeler yer alacak.

Ekonomi yazıları ya “evet yine kriz geliyor” diyecekler şeklinde karşılanıyor, ya da “amma uzman işi yazmışlar, kim anlayacak” deniyor. Orta yolu bulmak bence de imkansıza yakın. Sayfa içinde veriler değerlendirildiği için çok da “işte cari açık yine arttı, bakalım rakamlar ne söylüyor” tadında yazmayı planlamıyorum. Ama yine de orta yolu bulmayı bir deneyeyim.

Sol ekonomi-finansla ilgilenmeli mi? Bence evet ve sol basında finans piyasaları da biraz daha “incelikli” yer almalı. Özellikle finans çünkü finans ve finansal ekonomiye ilgi duyan “solcu” yok gibidir. Mali piyasaları, gerek kredi, gerek sabit getirili menkul değerler, gerekse hisse senedi piyasalarını ilk elden “bilen” sosyalist bulmak da zordur çünkü bu neredeyse terimde çelişki gibidir. Bilanço okumak, bilanço dışı kalemlere dipnotlarından bakmak, şirket değerlemek... bunlar ilgi çekmiyor. Bazen sorun yaratıyor çünkü çok fazla uzun vadeci veya çok fazla özcü-temelci yaklaşımlar piyasanın daha kısa vadeli dalgalarını analiz etmiyor veya edemiyor. Örneğin Türkiye’de özel sektörün döviz cinsi borçlarının çok arttığı ve cari açıkla beraber her yıl kağıt üzerinde 240 milyar dolar dış finansman gerektiğini söylemek başka, bu baskı yüzünden TL’nin sürekli değer kaybedeceğini ima etmek başka. Döviz piyasaları böyle çalışmıyor: Bu ilk nokta. İkincisi, “bu nedenle kriz çıkar, AKP erir veya gider” diye düşünmenin yolunu açmak yanlış. Seçmen ekonomik nedenlere önem vermediği için değil, vurguyu buraya yapmak yanlış olduğu için. Almanya’yı 1920’lerin ortasında birbirine katan hiperenflasyon bile ne Alman “muhafazakar devrimciliğini”, ne onun içindeki Hitler grubunu iktidara taşımıştı. Ekonomik sorunlar daima fondaydı, evet. Ama Hitler bambaşka dinamiklerle iktidara geldi. Aynı şey sadece karşı devrimler için değil, devrimler için de geçerli. Ağır bir ekonomik buhran ve orta sınıfı çökerten bir gelir/servet dağılımı adaletsizliği yoksa devrimci durum doğamaz. Lakin devrimci durum oluştu diye otomatik olarak düzenin değiştiği hiç görülmemiştir. Bu kadarı alfabe, fakat tekrar etmekte yarar var.

Piyasaların döngüselliğini doğru okumalı. Sosyalistler ekonomist olmayabilirler, ilgi de duymayabilirler. Ama “büyük bunalım”, “sürekli kriz”, “deniz bitti” türü sloganlaşma eğilimi taşıyan tespitler insanların yanlış beklentilere girmeleri, ekonomik faktöre aşırı önem atfetmeleri gibi sonuçlar verebilir. Yapısal/konjonktürel, trend/dalgalanma/döngüsellik, kısa vade/uzun vade gibi ayrımları yapmak gerekiyor. Bir diğer konu vadeli piyasalar ve yapılandırılmış ürünler: Opsiyon, futures, forwards, swaps vb. Mesela Brezilya’da vadeli/yapılandırılmış döviz piyasası spot piyasanın 7 katı ve efektif olarak spot döviz piyasası gibi işleyen piyasa bu piyasa. Sonuç: Gerçek para hareketleri olmadan bile kur hızla aşağı yukarı oynayabiliyor.

Anladık, sürekli yapısal bakmamak lazım. Peki öyle baktık, böyle baktık: Siyasi sonucu ne, ne olur? Kısa dönem bizi fazla ilgilendirmez diyenler için anlamlı bir vade vereyim. Seçimler 30 Mart’ta. Seçmen “geriye bakar” -en fazla geçmiş 1 yıla- ve büyümeyi enflasyonun önüne koyar. Kabaca 1 puanlık ek büyüme için 6 puanlık enflasyon yaratırsanız oyunuzda bir değişme, ceteris paribus, olmaz: 1 puanlık ek büyüme için 6 puandan daha düşük her enflasyon artışı iktidara yarar ve seçim öncesi harcamaların artırılmasının temel rasyoneli budur.

Yerel seçimlerde genelde iktidar partisi oy kaybediyor. Ciddi bir ekonomik kriz, ceteris paribus, iktidar partisinin oyunu yüzde 20 kadar azaltabiliyor. Bu seçimde 2009’daki gibi AKP’yi ciddi oy kaybına uğratacak bir kriz ortamı olmayacak. Adaylarla, stratejik oy verme davranışı yüzünden, iktidar yıpranmışlığıyla gelen oy kayıpları “normal” modelin içindedir. İlk genel seçimlerde kayıplar geri alınabilir. AKP’nin oyu mesela yüzde 42-44 aralığına gerilerse bunu başarı olarak görmemek lazım. Bu kadarı “tercihler değişmeden” de olabilecek olandır. Ciddi kriz olmaz, ama seçime kadar sert türbülans kaçınılmaz görünüyor. Türbülansın yetmediği yerde iktidar partisi doğrudan siyasi nedenlerle, yeni bir siyasi saflaşmayla ciddi oy kaybeder. Demek ki ne yapmak gerekiyor? Solun referanslarıyla düşünmeyen ama bize yakın olan veya olabilecek insanları -sayıları milyonlarla ölçülür- ikna edecek dile sahip olmak ve onların değişmeye ramak kalmış tercihlerinin değişmesine yardım etmek gerekiyor.