Kapitalizm ve ötesi

Kapitalizmin teknolojik ilerleme ve ekonomik dinamik açısından daha önce görülmemiş bir tarz getirdiği açık. Burjuva devriminin eşitliği hukuki garantilere, kardeşliğiyse bazı cemaatlerin kardeşliğine indirgenmiştir, evet. Ama özgürlük – entelektüelin bazen fazla önemsemeyeceği tarzda- girişim ve fikir, ürün geliştirme ve zenginleşme, piyasaya erişim ve muazzam ulaştırma-iletişim imkanları şeklinde bir alan açmıştır. Fransız devriminin üç teması arasında gölgelenmiş olansa eşitliktir ve aslında temel mesele ekonomik açıdan da, teşviklerin tasarlanması açısından da, moral felsefe açısından da tam burada düğümleniyor. Daha doğrusu insanlık emperyalizm belasından kurtulup ileri gidebilirse orada düğümlenecek.

Fransız devrimindeki özgürlükten kasıt sadece piyasanın ve rekabetin önünü açması değildi elbette ama kapitalizmde bu kadarı olabildi. Hem Napoléon Avrupa’nın çok sayıda ülkesinde geri döndürülmez hukuki ve ekonomik reformlara imza attığı için, hem de Batı Avrupa ve çocukları açısından (ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda) “çekicilik”, soylu olarak doğmamış sıradan kentli (burjuva) için ekonomik özgürlük diyebileceğimiz davranış ve ruh halini genelleştirdiği için.

Örneğin ÇKP, 1950-73 arası en küçük bir başarı gösteremeden, Hindistan ve Afrika’dan farklı olmayan bir ekonomik performans çıkararak, bir tıkanma halinde, Mao döneminin sonuna gelmişti. Deng’in süper-Buharinciliği, uzatılmış NEP’i, akla gelmeyecek bir duruma yol açtı. Doğrudur, köleye yakın koşullarda çalışan eski köylü-yeni işçilerin reel ücretleri ve tüketimleri ancak son yıllarda artmaya başladı. Ama hızla zenginleşen ve zihniyet değişimi yaşayan “burjuva Çin’i” açısından hikaye bambaşka.

Çin’de en baştan itibaren, objektif şartların tahdidi altında sosyalizme uygun bir model kurulamadı. Kurulamayınca Deng geldi ve “burjuvazinin gizli çekiciliğine” başvurdu. Tuttu. Üstelik eşitlik açısından bile “tuttu” çünkü dünyadaki ölçülebilir gelir eşitsizliğindeki bir miktar düzelişin çoğu Çin kaynaklı. Sosyalistlerin aklındaki olası eşitlik kriterlerine uyduğu için değil; Daha öncesi çok daha kötü olduğu için.

Dikkat edelim; Çin’in “hikayesi” Sovyet hikayesi değildir. Bambaşka bir alem, bambaşka koşullar. SSCB 1960’lara kadar başarısız değildi. İnersiyle de 1970’lere ulaştı. Sonra duraklaması görünür hale geldi. Ama ilk model, “Stalin-Preobrazhensky kalkınma modeli” diyebiliriz, ağır maliyetlere rağmen oldukça başarılı olmuştu. Tabii bir yere kadar başarılı oldu: Zaten “modernleşme”, “kalkınma”, “planlama” hamleleri sonsuza kadar sürdürülecek hamleler değildir. “Modellerin” doğal yaşam döngüleri var.

Sovyet ülkesinde, hem kırın kenti beslemesinde kırılmaların olacağı, kentlerin/işçi sınıfının kıtlıkla savaşacağı belli olduktan sonra girişilen –1927 Ocak Plenum’unda ilk tartışması yaşanan- tarımda kolektivizasyon, hem de savaşın kaçınılmaz olduğu bilinerek kurulan eş zamanlı ağır sanayiye dayalı model, olan olduktan, kazanılan savaşta büyük kayıplar verildikten sonra, yenilenemedi.

Tekrar aynı döngü yaşanamazdı. Ne ekonomi, ne politika, ne de  teknoloji buna izin verirdi. Toplumlar “Batı’yı 10 senede yakalayıp geçeriz, yoksa bizi ezerler” formülünde özetlenen bir aciliyeti sürekli yaşayamazlar. Stalin’in son yazıları kendisinden sonra değişiklik yapılacağını bildiğini açıkça gösterir: Doğru yönde, yanlış yönde, sonuçta son yazılar “Stalin sonrasına müdahale yazılarıdır”. Ne oldu? Olabileceğin en kötüsü oldu: Yerine ne koyacaklarını bilemediler. 1950’lerde bilemediler, 1960’larda da bilemediler.

Geç gelen ve yanlış yöne giden Lieberman reformları Stalin sonrasını nasıl tasarlayacaklarını bilemediklerinin açık göstergesidir. Açmaya başladıkları yoldan ilerlememeleri de aynı “bilememe” halinin bir başka tezahürüdür. “Normalleşmeyi” bilemediler. Bunun siyasi eşdeğeri erken gelen 20. Kongre rezaletidir. Benzer bir kongre kaçınılmazdı çünkü Stalin tarzının sürdürülmesi söz konusu olamazdı. Fakat böylesine tasfiyeci, yıkıcı bir kongre yapılacağına acaba kim ihtimal verirdi?

Evet, kapitalizme iki noktadan itiraz edebiliriz –etik itiraz hariç. Teknolojinin geldiği aşamada gerekmeyecek kadar şiddetli eşitsizlikler yaratmaya devam ediyor ve dünyanın geleceğini karartıyor.

Ama her durumda bu noktalara bakışımızı Sraffa-Leontiev-Okishio öncesi modellerle kurgulamamız hayli zor. Bu modellerin sermaye birikimi açısından sonuçları bir alternatife varıp durmuştur: (a) Kapitalizmin artık sermaye birikimini sürdüremeyerek (basit yeniden üretime geri dönüş) sönümleneceği/başkalaşacağı bir “durağan duruma” ulaşacağı ve böylece biteceği –aynı mantığın ters işaretlisi olarak asla bitmeyecek bir malların mallarla üretimi süreci veya sermaye malları üretiminin limitte sonsuza yakınsayacağı- model. Japon iktisatçılarının Marksizme son katkısı olarak 2012 tarihli Onishi modeli böyle mesela. Burada ilginç nokta şudur: Kar haddi eğilim olarak azalıyorsa –reel ücretin sabit olduğu varsayımının bırakılmasını gerektirir- elde edilecek sonuç kapitalizmin asimptotik sönümlenişidir. (b) Kapitalizmin kapitalist olmayan bölgeler/sektörler bulmadan devam edemeyeceğini iddia eden Rosa Luxemburg kaynaklı model. Bu modeller 1920’lerde Sovyet arenasında Hilferding desenine (1928’de Buharin) karşı Luxemburg rengi (1928’de Varga) şeklinde yankılandı denebilir.

Evet, bu modeller Sovyetler’de 1929 etrafındaki küresel kapitalizm nereye gidiyor tartışmalarına da rengini veren modeller. İlginçtirler, bakacağız, ve bugüne uzanan yanları yok değil. Ama sadece o kadar.