Çin’i Protesto mu Etmeli, Stratejik Ortak mı Olmalı..?

Çin’in Sincan bölgesinde yaşanan olaylar karşısında Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, Uygur Türklerine yapılan katliamı kınamış ve “eğer bir tepki gösterilecekse bu tepkiyi göstermek için protesto ve mitingler tek başına yeterli olmaz. O zaman o ülkenin mallarına karşı tutum sergilemek gerekir” demiş ve eklemiş: “Aldığımız üründe hem fiyat hem kalite aramaya devam etmeliyiz ancak başka bir şey daha arayalım. Malını tükettiğimiz ülkelerin insanlığa saygısı var mı diye bakalım. İnsan haklarına saygı duyuyorlar mı? Başkasının hukukunu gözetiyorlar mı? Eğer malını tükettiğimiz ülkelerin insana, insanlığa saygısı yoksa o zaman bu tüketimi gözden geçirmemiz, bu ürünlere karşı tavrımızı, tutumumuzu açıkça ortaya koymamız lazım. Biz haksızlık yaparsak dünya da bize tepki göstersin"

AKP Hükümetinin değerli bakanının bu veciz sözlerine katılmamak ve bu sözlerin altına imza atmamak mümkün değildir. Elbette bakanın söylediği gibi “malını tükettiğimiz ülkelerin insanlığa saygısı var mı diye…” bakmak gerekir ancak, bir ülkenin insanlığa saygısının ölçüsünün ne olduğunu da açıklamak koşuluyla…

İnsanlığa saygı konusunda etnik kökeni yüzünden ayrımcılık yapmak, bu yüzden insanlara şiddet uygulamak ve hatta öldürmek bir ölçüt olarak alınabilir. Ama bir toplumda bunların olabilmesi için her şeyden önce söz konusu toplumda demokrasiden hiçbir biçimde söz edilemiyor olması gerekir. Demokrasinin varlığı konusunda en iyi gösterge, o toplumda sınıflar arasındaki “ekonomik” eşitliktir. Bu gösterge üzerinden hareket edildiğinde Çin, dünyada emek maliyeti en düşük düzeyde olan (ortalama saat ücreti 0.64 ABD Doları) ülkelerin başında gelmektedir. Kalkınmasının temelini ucuz emek gücüne yani emek sömürüsüne dayandırmış bir ülkede ne “ekonomik” ve de “siyasi” eşitlikten ve dolayısıyla demokrasiden söz edilemez.

İnsanlığa saygısızlığın en açık göstergesi olan emek sömürüsünün en derinden yaşandığı Çin’e karşı her türlü tepki son derece doğaldır. Ancak aynı tepkinin, sermayedarlarının “Çinleşmek” talebini her geçen gün çok daha yüksek sesle dillendirdiği, Cumhurbaşkanın patronlarla birlikte gezi düzenleyip işbirliği anlaşmaları imzaladığı ülkelere de göstermek gerekmez mi?

Daha iki hafta önce Çin’de bulunan Türkiye Cumhurbaşkanı, Çin’e methiyeler düzdükten sonra Çin ile pek çok alanda milyarlarca dolarlık anlaşma imzaladı. Cumhurbaşkanı, Türk firmalarının Çin şirketleriyle yaptıkları anlaşmalar sırasında duygularını "biz devlet adamları olarak otobanı hazırladık, buradan geçecek olan Türk ve Çinli iş adamlarıdır" sözleriyle ifade ediyordu.

Aynı gezide Devlet Bakanı Zafer Çağlayan da Türkiye-Çin İş Forumu'nda yaptığı konuşmada Türk hükümetinin teşvik politikalarının avantajlarını anlatarak, Çinli işadamlarını Türkiye'ye yatırım yapmaya davet ediyor ve şunları söylüyordu: "Sevgili Çinli işadamları, mallarınızı Avrupa’ya satarken boş yere birkaç defa gümrük ödemeyin. Türkiye’nin AB ile gümrük birliği anlaşması var. Türkiye’ye yatırım yaparak Avrupa’ya gümrüksüz satın".

TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu da Cumhurbaşkanı ve Bakan gibi Çinli işadamlarına "Gelin stratejik ortak olalım, ortak yatırımlar için konuşalım." diye sesleniyordu.

Evet, Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün’ün ifadesiyle insanlığa saygısı olmayan Çin ile en üst devlet temsilcisi düzeyinde ortaklık çağrıları yapan ve emek sömürüsü bakımından “Çinleşme” sevdasına düşmüş bir ülke acaba nasıl değerlendirilmeli? Yoksa, Bakan Ergün’ün sözleri içinde yer alan “…Biz haksızlık yaparsak dünya da bize tepki göstersin” sözleriyle bu soru arasında bir bağlantı mı kurmalı? Ne dersiniz..?