1 Mayıs’ın Ardından Sendikal Yapılar...

Türkiye işçi sınıfı için İstanbul’da Taksim Meydanı’nda kutlanan 1 Mayıs, 32 yıllık bir özlemin sona ermesi bakımından son derece önemlidir. Bu konuda 1 Mayıs öncesinden bu yana pek çok görüş ve yorum yapılmıştır. Ben bunları tekrarlamak yerine 1 Mayıs 2010’un Türkiye işçi sınıfı hareketi ve sendikaların içinde bulunduğu durum üzerine gösterdiklerine değinmek istiyorum.

Türkiye 2010 yılına emek mücadeleleriyle girmiştir. Başta TEKEL olmak üzere İstanbul itfaiyesi, Esenyurt Belediyesi, Marmaray, Sinter Metal, Çemen Tekstil ve daha birçok işyerinde emekçiler ekmek kavgası vermektedir. Bu eylemlerin önemli bölümü örgütlü işyerlerinde, sendikalar aracılığıyla gerçekleştirilmekte ve bu sayede de sesleri bir ölçüde de olsa duyulabilmektedir. Oysa emek piyasasının yüzde 90-95’ini oluşturan örgütsüzlerin verdikleri ekmek kavgasında seslerini bile duyurmaları mümkün değildir. Örgütlü oldukları iş yerlerinde dahi sorunları ve mücadeleleri yönetmekte yetersiz kalan, işçilerin ihtiyaçlarına yanıt veremeyen sendikaların örgütsüz milyonların mücadelesine katkısı ise zaten beklenmemektedir(!)

TEKEL direnişi sürecinde hükümetin ve sermayenin ötesinde en çok sorgulanan, sendikaların konumu olmuştur. Başta Türk İş olmak üzere tüm işçi ve kamu emekçi konfederasyonları, görüntüde bir araya gelmişlerse de kendi varlık koşullarıyla doğrudan ilgili olan TEKEL işçilerinin mücadelesini ortaklaştırıp, büyütmemişlerdir. Bu bağlamda ne 17 Ocak mitingi ne de 4 Şubat grevi TEKEL işçisine sözde destek mesajları verilmesinin ötesine geçememiştir.

Oysa TEKEL direnişi, tüm emekçilerin taleplerini -ve dolayısıyla mücadelesini- ortaklaştırabilecek bir fırsat yaratmıştır. Belki 1980’den bu yana ilk kez yakalanan bu fırsat, özellikle konfederasyon düzeyindeki sendikal yapılar tarafından kullanıl(a)mamıştır. Böylece gerek örgütlü gerekse örgütsüz kesimlerin sendikalara yönelik olarak zaten son derece zayıflamış olan güvenleri tamamen sarsılmış ve bu güvensizlik özellikle TEKEL işçileri tarafından fiili tepkiye dönüştürülmüştür.

2010’da 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı’nda kutlanmasından kaynaklanan coşkunun sendikalara yönelik tepkileri unutturacağı düşünülmüşse de böyle düşünenler yanılmıştır. Çünkü 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’na sadece Taksim’de 1 Mayıs kutlamak için gelenler dışında 1 Mayıs’ı ekmek kavgasının bir parçası olarak gören emekçiler de gelmiş ve sendikalara tepkilerini açığa çıkartmışlardır. Bu tepkiler iyi midir, kötü müdür ya da tepkinin yöntemi doğru mudur yanlış mıdır? Bunlar ayrıca tartışılabilir konulardır. Ancak görünen o ki sendikal yapılara yönelik olarak ortaya çıkan tepki ve öfke giderek büyümektedir.

Bu noktada sendikal yapıların başındakilere naçizane önerim 1 Mayıs kürsüsünde kendilerine tepki gösteren örgütlü ve örgütsüz emekçileri suçlamayı bir tarafa bırakıp, sendikal anlayışlarını sorgulamalarıdır. Zira 30 yıldır uygulanan –uzlaşmaya dayalı- sendikal politikaların emekçilerin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Emekçilerin ihtiyaçlarına karşılık olacak –sınıf yönelimli- mücadele sürecini örgütleyecek ve yönlendirecek yeni bir sendikal anlayışa doğru dönüşüm zorunlu hale gelmiştir. Sendikal yapıların başındakilerin ya bu dönüşüm doğrultusunda değişmeleri ya da koltuklarını bu dönüşüme ayak uydurabilecek –sınıf mücadelesini önceleyen- kadrolara bırakmaları gerekmektedir. Aksi halde bu dönüşüm, çok daha sancılı olsa da er ya da geç emekçiler tarafından gerçekleştirilecektir(!)