TEKEL işçisi direnmeye ve öğretmeye devam ediyor...

TEKEL direnişi sürecinde belki en çok merak edilen, direniş süresince kazanılan sınıf bilincinin, dayanışma ve mücadele azminin direniş sonrasında devam edip etmeyeceğiydi. Öyle ya bir avuç TEKEL işçisi 12 Eylül darbesiyle işçi sınıfının üzerine örtülen ölü toprağını atıvermiş ve ekmek kavgasının masa başında sermayeyle uzlaşarak değil, sokakta mücadele ederek kazanılacağını hatırlatmışlardı. Sakarya Meydanı’nda direniş bittiğinde çadırlarla birlikte tüm bu dayanışma ve mücadele düşüncesi de yok olup gidecek miydi? Doğrusu pek çok kişi (açıkça dillendirmese de) büyük madenci yürüyüşü gibi, SEKA direnişi gibi bunun da saman alevi olup yok olacağını düşünüyordu.

Pek çokları gibi sendika bürokratları da çadırlar sökülüp, herkes evine gittikten sonra TEKEL direnişinin kırılacağını düşünüyordu. 78 günlük direniş boyunca sendikal bürokrasi direnişi kırmak için hükümetle elbirliği edip pek çok oyun denedi ama olmadı. Bunların en sonuncusu tam 93 gün sonrasına “genel eylem” yapılacağın vaat ederek direnişin sonlanmasını isteyen 22 Şubat kararlarıydı. Danıştay’ın 4/C’ye müracaat için sürenin uzatılması yönünde verdiği karar da bahane edilerek Mart ayı başında çadırlar söküldü ve TEKEL işçisi 78 günlük direnişini sonlandırıp evine döndü. Böylece sermaye ve hükümetle birlikte Türk İş yönetimi başta olmak üzere tüm sendikal bürokrasi rahat bir nefes aldı.

Ancak çadırlarla birlikte direnişin de dağıtılacağını düşünenler kısa sürede yanıldıklarını anladılar. TEKEL işçileri evlerine dönmüşlerdi ama direniş bitmemişti. Bulundukları her kentte karşılarına çıkan hükümet üyelerine varlıklarını yaptıkları eylemlerle hatırlattılar. Öte yandan yurdun dört bir yanında süren diğer emekçilerin direnişlerine de ortak oldular ve bu direnişlere güç kattılar. Tepkileri sadece hükümete ya da sermayeye değil mücadelelerini engellemek için ellerinden geleni yapan sendikal bürokrasiye de karşıydı.

TEKEL işçilerinin ve Türkiye’de sendikal yapıları bilen herkesin tahmin ettiği gibi sendikal bürokrasi, 22 Şubat’ta aldığı 26 Mayıs “genel eylem” kararının arkasında durmadı. Sürpriz olmayan bu tavırla sendikal bürokrasi, TEKEL işçisini bir kez daha arkadan vurmuştu(!) Bunun üzerine TEKEL işçisi direnişini sendikal bürokrasi üzerinde yoğunlaştırdı. Sendikal bürokrasiye tepkilerini önce Taksim’de 1 Mayıs kürsüsünde gösterdiler. Daha sonra da 26 Mayıs’a 2 gün kala haklarını korumak için örgütlendikleri ve yıllardır aidat ödedikleri konfederasyonları Türk İş’in İstanbul Bölge Temsilciliği’ni (işçilerin işgal ettikleri söylese de) sendikal bürokrasinin işgalinden kurtarıp konfederasyonlarına sahip çıktılar.

24 Mayıs’ta TEKEL işçisinin İstanbul Bölge Temsilciliğine sahip çıkma eylemi, TEKEL direnişiyle birlikte Türkiye’de emek mücadelesine yeni bir boyut katacaktır. Zira TEKEL işçisi bu eylemini sadece kendi hakları için değil, madenlerde katledilen emekçiler, işini kaybeden, güvencesizleştirilen, hakları ellerinden alınan itfaiye işçileri, Esenyurt Belediyesi işçileri, İSKİ işçileri, Bilgi Üniversitesi işçileri, 50/d’li araştırma görevlileri, ATV-Sabah grevcileri için de gerçekleştirmiştir. Ve sendikal bürokrasiyi reddeden Türk İş’e bağlı sendikaların şube yönetimleri de TEKEL işçilerinin yanında yer almıştır.

Evet, TEKEL işçisi öğretmeye devam etmektedir. Bu ders: İşçi sınıfının haklarını savunabilmesi için her şeyden önce kendi örgütlerine sahip çıkması ve mücadelenin sendikaların bürokrasiden ve sermayenin işbirlikçilerinden temizlenmesi amacına yönlenmesidir.