OLEYİS’in Hak İş’e Geçmesi ve Sendikaların Benzeşmesi Üzerine…

DİSK’e bağlı OLEYİS sendikasının genel kurul kararı ile Hak İş’e geçtiğini öğrenince 1994 Nisan ayında Silivri’de yapılan ve benim de izleyici olarak katıldığım bir toplantıyı hatırladım. ETUC’un himayesinde Türk İş ve DİSK tarafından organize edilen toplantının başlığı “AB Türkiye İlişkilerinde Sendikaların Rolü” idi. Düzenleyiciler arasında olmamasına karşılık Hak İş temsilcileri de toplantıda bulunuyordu. Yanlış anımsamıyorsam DİSK’in yeniden faaliyetlerine başlamasının ardından içinde yer aldığı en kapsamlı organizasyondu.

Aradan geçen uzun zamana rağmen bu toplantıdan en çok aklımda kalan –Cumhurbaşkanı Demirel’in kürsüden düşmesi dışında- artık ideolojik farklılıkların öneminin kalmadığı ve işçi konfederasyonlarının tek çatı altında toplanması gerektiğinin sıklıkla dillendirilmesiydi. Özellikle ETUC temsilcileri, tek kutuplu hale gelen dünyada sınıflar arasında da çatışma döneminin bittiğini, sosyal diyalog ile tüm sorunların çözüme ulaşabileceğini telkin ediyor ve sendikaların da birbirleriyle rekabet yerine tek çatı altına birleşmesi gerektiğini savunuyordu.

Türk İş ve Hak İş’i bilmem ama DİSK’in -Ören Tezlerinde benimsenen uzlaşmacı sendikal anlayışa rağmen- aklımda yer eden 1980 öncesindeki mücadeleci haliydi ve bir türlü DİSK’i diğerleriyle aynılaşabileceğine ihtimal vermiyordum.

1994’de yapılan o toplantıdan sonra konfederasyonlar kurumsal kimlik olarak birleşmedi ama sendikal faaliyetler içerisinde en önemlisi olan eğitim faaliyetlerini ETUC’un çatısı altında birleştirdiler. Türk İş, Hak İş ve DİSK –kimi zaman KESK de onlara katıldı- birçok ETUC projesinde bir araya geldiler. Aradan geçen uzun yıllarda sendikalar üyelerini, kadrolarını bu projeler çerçevesinde bilgilendirdiler ve eğittiler. Sonuçta, sendikaları birer sivil toplum örgütü olarak gören, işçi sınıfının sermayeyle çıkarlarının sosyal diyalog masasında örtüştürülebileceğini düşünen ve AB’nin Türkiye’nin ve işçi sınıfının kurtuluşu olacağını zanneden bir sendikal yapı ortaya çıktı.

Evet, bugüne geldiğimizde ETUC temsilcilerinin 1994’te istedikleri gibi konfederasyonlar arasında ideolojik olarak ve sınıf mücadelesine yaklaşım olarak hiçbir fark kalmamıştır artık. Elbette konfederasyonlar içinde işçi sınıfı mücadelesini ilkeli bir biçimde sürdürmeye çalışan sendikalar vardır ama yine her konfederasyon içinde sermayeye yaranmaya çalışan ve işçiye ihaneti ilke edinmiş sendikalar da mevcuttur. Ve bu sendikalar arasındaki rekabet maalesef sermayeyle uzlaşıp, işçiye ihanet üzerinden gerçekleşmektedir.

Yine aradan geçen yıllar içerisinde konfederasyonlar ve hatta tüm sendikalar arasındaki farkın ortadan kalktığı bir başka konu da sendika içi demokrasinin işleyişidir. Artık en demokrat geçinen sendikada dahi işyeri temsilcisi ve delege seçimlerinde demokrasi değil, otokrasi geçerlidir. Bu nedenle de sendika üyesinin iradesi tamamen yok sayılmakta ve işçiler sendikalara tamamen yabancılaşmaktadır.

Tüm bunları hatırladıktan ve bugün gelinen noktayı değerlendirdikten sonra OLEYİS’te yaşananların hiç de yadırganmaması gerektiğini düşünüyorum. Eğer bugün OLEYİS üyesi bir işçi, sendikasının DİSK’ten Hak İş’e geçmiş olmasını umursamıyorsa bunun nedeni o işçinin bu konfederasyonlar arasında bir fark görmemesindedir. O işçi, kendi iradesini temsil etmeyen, sendika yöneticilerinin keyfiyetiyle belirlenmiş delegelerle yapılan bir genel kurulda gerçekleşen konfederasyon değişikliğinin yöntemini sorgulamıyorsa bu da yine sendikalarda demokrasi yerine otokrasinin hakim olmasındandır.

Sendikalar eğer işçi sınıfının haklarını savunmak yerine sermayeye ve siyasal iktidara yaranma yarışına girmişlerse bunda başarılı olanlar zaten bu amaç için kurulmuş bulunan örgütler olacaktır. İsmiyle, tarihiyle işçi sınıfı hareketinde mücadeleyi akıllara getiren örgütlerin, isimlerini ve tarihlerini yok sayarak diğerleriyle başa çıkmaları mümkün değildir. Diğer bir söyleyişle bir zamanlar reklamlardaki gibi “yok aslında bir farkımız ama biz DİSK’iz (ya da KESK’iz)” anlayışı işçi sınıfını tatmin etmeyecek ve bu anlayış sürdürülemeyecektir.

İşçi sınıfının örgütlülüğe ve mücadeleye belki de tarihinde en fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemde mücadele yerine uzlaşmayı seçenlerin temsil ettikleri örgütlere de işçi sınıfına da hiçbir faydası yoktur. Kabul etmek gerekir ki sendika içi otokratik yapılar kırılmadan sendikaların başını tutmuş olanlardan kurtulmak kolay değildir. Sendikaları yeniden işçi sınıfının öz örgütleri haline dönüştürebilmek için önce sendika içi otokratik yapıları kırmak ve sonra da sermaye ve onun sistemiyle mücadeleye yöneltmek gerekir. Aksi halde “sendika” görüntüsü altında işçinin haklarına yönelik saldırıları meşrulaştıran örgütlerden kurtulmak mümkün olmayacaktır.