Medya ve akıl

Medyanın özgür ve bağımsız olmadığını gözler önüne seren gelişmeler üzerine çok yazılıp, çizildi. Ben de biraz konunun çevresinde dolaşmak istiyorum.

The Doors grubunun solisti Jim Morrison “ Medyayı kontrol eden, akılları da kontrol eder” demiş. Medyayı en başta önceliklerimiz kontrol etmiyor mu? Ülkemizde siyasetten, ünlü kişilerle ilgili haberlerden diğer konulara pek sıra gelmiyor. Örneğin bilim haberlerine, bilimcilerin sorunlarına hâlâ yeterince yer verilmiyor. Gazetelerin spor sayfaları da genellikle yalnızca futbol ile dolu. Bu nedenle örneğin bir siyasetçinin yaşadığı haksızlığın benzerini bir sporcu yaşıyorsa toplumun bundan pek haberi olmuyor. Bilimciler, sporcular en çok ödül aldıklarında gündeme geliyorlar. Böylelikle medya, çabanın değil başarının önemli olduğunu iletiyor topluma. Ünlü olmanın haber değeri taşımakla doğrudan ilgili olması da toplumda yozluğun yerleşmesine neden oluyor.

Popülerizm de medyayı kontrol ediyor. Ünlü, ödüllü belgesellerin de etkisiyle son yıllarda yunus gösteri parklarına karşı tüm dünyada büyük bir tepki var. Bu konuda söylenen, yazılan her şey haber değeri taşıyor. Ülkemizde bu merkezlerin açılmasının ardından yazdığım yazıyı uzun süre yayımlatamamış, konunun gündeme gelmesini sağlayamamıştım. Bu merkezlere giden herkesin yeni yunusların denizden koparılmasından sorumlu olduğunu hatırlattığım yazım ne yazık ki ancak sularımızda canlı yunus avı yapıldıktan sonra yayımlanmıştı. Medya popülerizmin tasma takıp çekiştirdiği bir şey midir? Haber değeri taşıyan konuları popüler olmadan önce de farkederek, bilgi ve toplum arasında öncü köprüleri kurabilecek araştırmacı gazetecileri yetiştirebiliyor muyuz?

Medyanın haber olarak çoğunlukla olumsuz gelişmeleri görmesi ve felaket dilini yeğlemesi de toplumun ruh halini etkiliyor. Türkan Saylan’ın yaşam öyküsünü anlatan “Güneş umuttan şimdi doğar” kitabını okuduğumda, insana umut veren güzel olayların haberlerde pek yer bulamadığını çarpıcı şekilde görmüştüm.
Yaban hayatıyla ilgili haberler de genellikle olumsuz ve kaygı verici oluyor. Oysa yaban hayatı o kadar kırılgan değil. Olumsuz gidişe dur demek için yapabileceklerimiz var. Hem doğa bir yaşam şenliği değil mi? Yaban hayatına yapılan saldırılara direnirken gücümüzü, umudumuzu doğanın coşkusundan alabiliriz. Medyanın insanları çaresizliğe iten, bir şey yapmak isteseler de artık geç olduğunu hissettiren kasvet yüklü dilinin doğanın coşkusunu boğmasına izin vermemeliyiz.

Gazetemiz her gün “Halka yalan söylemek suçtur” diyerek çıkıyor. Halka bile bile eksik söylemek de suç değil midir? Akıllar eksik bilgilerle donatıldığında da kontrol edilmiş sayılmaz mı?

Yeşil Atlas dergisi, kuşlara adadığı özel sayısında Ulusal Halkalama Programı’na yer vermemişti. Vatandaşların halkalı kuş bulduklarında ne yapmaları gerektiği bilgisine bile yer vermeyen derginin bu tutumu ne yazık ki kuşçularca bile kınanmamış, tartışılmamıştı. Bilgiyi değil üretenin kim olduğunu önemseyen, profesyonellikten uzak bir medyayı onaylayınca hiç bilgimiz olmayan konularda da eksik ve yanlı bilgilere maruz kalacağımızı unutuyor muyuz? Cemaat denen şey yalnızca din ve sermaye ilişkisi içinde karşımıza çıkınca mı midemiz bulanıyor? Yandaşlık yalnızca hükümetin yanında olmayı kastettiğimizde mi kınanmalı?
Ne yazık ki medyada koltuk sahibiyseniz meslek etiğini çiğneyerek düşman saydıklarınızın ürettiği bilgi ile toplum arasına kolaylıkla baraj kurabiliyorsunuz. Sabahattin Eyuboğlu Hasan Âli Yücel’i anlattığı muhteşem “Yücel” isimli denemesinde “Memleketindeki aydın kıtlığını bildiği için eli kalem tutan insanı, düşmanı da olsa, harcamaktan çekinirdi” demiş. Memleketimizde, hele bazı çalışma alanlarında aydın sayısı hâlâ kıt. Eli kalem tutanları harcama lüksümüz yok. Medyanın görevi bu kıt kaynaklara profesyonelce ulaşarak bilginin topluma akmasını sağlamak olmalı.

Hem medyanın görevini yapmasını engelleyen baskılara hem de medyanın akıllarımızı türlü şekilde kontrol edilmesine karşı uyanık olmalıyız.