Vegan twiti üzerine düşünceler

Gazete Manifesto’nun “Liberalizm sulandırır: Vegandan iğrenç “Bağdat Caddesi’nde tecavüz” paylaşımı” başlıklı haberini (28 Ocak) üzülerek okudum. Çok ilgimi çektiği halde yapılan tartışmalara ancak hızla göz gezdirebildim. Konuyu önemsediğim ve biraz da içeriden baktığım için yine de birkaç şey karalamak isterim.

İnsanmerkezli hayat sürdüğümüz, hayvanların dramını sıklıkla unuttuğumuz bir gerçek. Ancak tüm dünyada bu böyle yaklaşık olarak. Kabul etmemiz açısından değil, savaş stratejisi belirleme açısından söylüyorum. İnsanların dikkatini hayvanların yaşadığı katliamlara, acılara çekmek, onların kimi konularda davranışlarını değiştirmek isteyen birinin ona göre davranması gerekir. Yoksa ne yazık ki hedeflenen o olmasa bile sonuçta kendi sözüne, eylemine aşık bir “aktivist” gibi görünmekten, değişim yerine tepkiye neden olmaktan başka bir sonuca varılmıyor.

Veganlık ve bu twit bir örnek, genel olarak birbirimizi değiştirmeye çalışmak için çabalamak yerine (dinlemek, tartışırken hakaret etmemek) daha çok doğruluğumuzu, üstünlüğümüzü kanıtlamak istiyor gibiyiz. Gazete Manifesto’nun dili (tek başına başlığı), tartışmalarda gördüğüm dil, kimseyi değişmesi gerektiğine, ikna edemez, dahası o yönde umut veremez. Birlikte daha iyi bir dünya kurmak için istiyoruz veganlığın yayılmasını, daha çok insanıın sosyalist örgütlerde toplanmasını değil mi?

Ortaokul yıllarından beri hayvanlarla ilgili çalışmalar yapan kurumlarda yer aldım. Stand açtığımızda en sık karşılaştığımız tepkilerden birisi “Siz önce gidin insanları koruyun” tepkisi olurdu. Çok sinirlenirdim ama aradan geçen onca yıl içinde bu durumu nasıl değiştirebileceğimiz üzerine düşünmenin, siniri yatıştırmanın hayvanların da lehine olduğuna karar verdim. Düşünün bu insanlar belki de takım tutuyor ve inanılmaz paralar kazanan futbolculara “Neden top peşinde koşuyorsunuz, gidin insanları kurtarın” demiyorlardı. “Batı nerede, batı duyarsız” gibi, ne çoğumuzu unutan bitmez tükenmez şikayetler de belki bu kategoride. Hatta benim Şırnaklı dostlarım da Direniş sırasında “Bizim ağaçlar kadar değerimiz yok mu?” demişlerdi ve çok üzülmüştüm. Hani çocuklarımız, yeğenlerimiz bazen diğerinin daha çok sevildiği hissine kapılır ya, belki hepimiz öyleyiz biraz.

Geçen gün sinemaya gittiğimde tekerlekli sandalyeli birisini gördüm. Nerdeyse film boyunca dikkatim dağıldı çünkü 40 yıllık yaşamımda böyle başka bir an yaşamadım. Çok kere yazdığım gibi okula gittiğimde onlarcasını gördüğüm çeşitli engelleri olan insanların acaba nasıl dertleri var? Körler, sağırlar izleyebiliyor mu bizim sinemada 3 boyutlu keyfine vardığımız filmleri? Hepimize kükreseler hakları yok mu?

İşte belki hayvanlarla, Kürtlerle, körlerle, çoktandır isyan eden balıklarla aynı anda, hepsini tatmin edecek şekilde ilgilenemiyoruz. Ülkemizin her zaman çok fazla çok ciddi sorunu olmuş ve belki, özellikle şu günlerde çoğumuzun gücü ve sabrı da tükendi. Bunların farkında olmadan halkı uyarma dili ve zamanı ayarlanabilir mi?

Dinci gericiliğin AKP öncesinden beri yavaş yavaş iliklerimizin içine dek karanlığı soktuğu, çoğu insanın nefes alamadığı bu şartlarda, çoğu insanın o korkunç tecavüz olayı nedeniyle hem talihsiz kadına üzüldüğü hem de bu olayı zifiri karanlık geleceğin yeni bir işareti olarak aldığı bu kaygı ikliminde “Bağdat Caddesi’nde aslıında hep tecavüz var, hepiniz sütlü kahve içerek bu tecavüze ortaksınız” hatırlatması gerçekten hiç zarif bir davranış olmamış. Amaç işte bu yazı da dahil olmak üzere twitin ses getirmesinden duyulacak sevinç vs değil, insanlara endüstriyel hayvancılık sektöründe hayvanların nasıl eziyet çektiğini anlatmak, onları en azından daha az süt, daha az et yemelerine ikna etmekse bu twit herhangi bir günde yapıldığında bile pek başarılı olmayacaktır.

Ne yazık ki zaten hayvan özgürlükçülerinin, veganların insanları sadece aşağılayan, suçlayan dilde yazdığı çok yazı var ortalıkta. Çoğunda açık açık, ya da satır aralarında “ben yüce ahlaklı, masum biriyim” mesajı alınıyor. “Benden değilsen, suçlusun” deniyor. Bundan rahatsız olan veganlar olduğuna eminim. Ve insanları değiştirebilecek güce sahip olanlar da onların arasından çıkacak gibi görünüyor.

Kimi insanları et, tavuk, şu, bu yememeye ikna etmek çok ama çok zordur çünkü beslenmekten söz ediyoruz. İnsanların alıştıkları, yedikleri zaman kendilerini çok genel anlamda iyi hissettikleri yiyecekler var. Bir çok insan için inek, koyun bunlardan biri. Ve bazı insanlar tuhaf şeyleri yemezler zaten. Biri kereviz yemez, diğeri yoğurt, biri balık koymaz ağzına, diğeri sakatat. Bazılarına bazı tatlıları yediremezsiniz bin rica etseniz de. Ve bence insanın tadını sevdiği şeyleri yiyip, içebilmesi şu dünyadaki en önemli şeylerden biridir (ıstakozlardan falan söz etmiyorum). Burada bazen bazı özel eğitim gören çocukların tek tepki verdiği şey yiyecek oluyor. Daha çok insanın daha az et emesini, hele şu günlerde çocuklar ve belki hamileler dışında kimsenin 50 yıl falan balık yememesini isteyen biri olarak insanların besinle ilişkisi üzerine çok düşünüyorum. Kimi zorlukları fark edişim de bu nedenle.

Diğer yandan insanlar artık tavuk yemekten korkuyor mesela. Burada da ağır metal konusu balıklarla hep gündeme geliyor. İnsanların sağlıklı beslenme konusunda kafası karışık, cüzdanı da bildiğini yapmaya yetişmeyebiliyor. Organik alacak gücü yok çoğu insanın. Ben de bu nedenle pek organik beslenemiyorum.

Et ve balık konusunda zaten yüksek fiyatlar nedeniyle bir çok insanın büyüme çağındaki çocuklarını bile besleyemediği açık. Sanırım o insanlar Bağdat Caddesi’nde soya sütlü olsa da (ya da özellikle soya sütlüsünü) kahve de içemezler.

Twitte “suçlama”, hatta “çelişkili olma” (o tecavüzü görüyorsan bunu da gör gibi)vurgusu olduğu için biraz o konuda bir şeyler söylemek istiyorum. İlk başta twitten yola çıkabilirim. Biraz da veganlık rüzgarının batıdan ( sanırım özellikle doğadan çok uzak olanların yaşadığı New York’tan) estiğini belirtir şekilde yorum kısmında “P.S” yazılmış. Neyse, İlk markayı tanımıyorum ancak Starbucks’ı, kurulduğu şehir olan Seattle’a sık sık gittiğim için iyi biliyorum. Nasıl “burada oturacağım, lütfen bardağa koyun” demeyi unuttuğum her seferinde içeceğimi tek kullanımlık, plastik kapaklı kağıt bardaklara(to-go cup) koyduklarını (Gerçi şu an eşime sordum, orada sırf tek kullanımlık bardak olduğunu söyledi, buradaki genel durumdan da beter olabilir Starbucks). Okyanusta ne kadar plastik biriktiiğini, balinaların midelerinde plastikle kıyıya vurduğunu, deniz kuşlarının, balıkların midelerinden plastik çıktığını herhalde bir vegan biliyor olmalı.

Burada organik ürünlerin ne kadar çok plastik ambalajla kaplı olması falan da hep şaşırtır beni ve hatırlatır. Pek çok sebzenin kilometrelerce uzaktan, büyük bir karbon izi bırakarak geldiğini, örneğin enginar yerken nasıl suçluluk duyduğumu, lisedeyken et ve tavuk yemeyi nasıl bıraktığıma değindiğim “Kış bitti yemeği yazımda http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ozgur-kesapli/kis-bitti-yemegi-72096 anlatmıştım. Türkiye’de yaşayan kız kardeşimle yıkanması çok su gerektirdiği için belki de ıspanak yememek gerektiği üzerine konuşmuştuk birkaç yıl önce. Bu örneği de insanların yaşadıkları yerde yetişen, yaşayan hayvan ve bitkilerle, ancak sorunları da dikkate alarak (su sıkıntısı, herhangi bir türün sayısında azalma vs) beslenmesinin en doğru yollardan biri olduğunu düşündüğümü kısaca belirtmek için yazdım.

Suyu kirletmemekten, karbon ayak izimizden söz edersek hayvanları, doğayı korumanın, masum olmanın hiç kolay olmadığını fark edebiliriz. Ve bu bize alçakgönüllü olmayı, bu konularda tartışırken bağırmamayı öğretir. Ayrıca samimi bir hayvan, doğa sevgisi dolan biri zaten insanın şu düzende nasıl sömürüldüğüne, ne kadar acı çektiğine karşı da duyarsız olamaz. Bu nedenle ben böyle bir insanın, vegan ya da değil, sol görüşlerden uzak olduğunu da düşünmüyorum. Uzaklığı yakın kılmak sosyalistlerin de elinde.

Gazete Manifesto’nun şu sözlerini, veganların çelişkisini gösterdiği noktada, bu nedenle talihsiz buldum;

“Kapitalizmin, bir tüketim modeli olarak sunduğu veganlık, hayvansal ürünler kullanmazken kişisel bakım ürünlerinden temizlik ürünlerine kadar geniş bir yelpazede tüketim pazarı oluştururken bir yandan bir ‘ideoloji’ veya ‘felsefe’ymiş gibi de pazarlanıyor.”

Twitteki suçlayan, tutarsızlığa dem vuran dile benzer şekilde yanıt verilirken ineklerin tecavüzüne de insanların tecavüzüne de liberal balçığa bulanmadan itiraz edebilecek insanlar olabileceği unutulmuş. Bu twiti yazanın da böyle biri olma olasılığı hemen gözardı edilmiş. Liberalizm bize bence bunu da yapıyor. Örgütlenmemiz gerektiği bir zamanda, bizi belki de en güçlü örgütleyebilecek dalı tutmamızı engelliyor. Hatırlayabildiğim kadarıyla Tomris Uyar “Bir uyumsuzun notları” kitabında, kimbilir kaç yıl önce “Doğa korumacılığı sağcılar bulmuş olmalı” gibi bir cümle yazmıştı. Doğanın korunması gerektiği gibi bir dikkat dağıtıcı çatallaşmaya emperyalist, kapitalist düzen sonucunda gidildiği belli ama o dal hala tutunmak ve yükselmek için çok temel bir basamak. Hele ki en az şempanzeler kadar akıllıysak!