'Ama' demeden dinleyelim!

İçinden geçtiğimiz şu korkunç günlerde balinalardan, kuşlardan söz eden yazılar yazmakta zorlanıyorum. Ancak yaban hayatının, karmaşık konuları algılama ve tartışmada şaşırtıcı bir başarısızlık sergileyen (bu nedenle tehlikeleri görmeyen ve/veya büyüten) bizi sarsarak, yolumuza ışık tutacak en büyük uyarıcı güçlerden biri olduğunu da biliyorum ve buna değinmek istiyorum. Yaşamdan söz ediyoruz çünkü, handiyse ölümün panzehirinden…

Kabaca;

Yaşam olağanüstü karmaşık. İnsandan bitkiye, canlılardan söz ederken genelleme yapmak ne kadar mümkün? “Balıklar uçamaz” diyecek olsanız uçan balıklar gülümser size (aslında süzülüyorlar ama yine de), “memeliler yumurtlamaz” deseniz ornitorenk (platypus) gagalar sizi. Kurbağa bile yiyen bitkiler vardır (Venüs bitkisi), öleceği söylendiği halde doktorları şaşırtacak kadar yaşayan insanlar… Bir yerde bir türün azalmasına neden olan birden fazla etken çıkacaktır karşımıza ve türü korumak için kafanızı bayağı kaşımanız gerekecektir.

Dirimbilimin en sevdiğim yanlarından biridir pek genelleme yapılamaması, olağanüstü karmaşası. Ayrıca yaban hayatıyla ilgili hâlâ pek çok bilinmeyen vardır. Bu nedenle bu konuda bir şeyler anlatmaya kalktığınızda pek çok cümleyi “ama”, “ancak” ile başka bir cümleye bağlamak gerektiğini fark edersiniz. Oysa tartışma kültürüne zaten pek sahip olmayan ülkemizde “ama” sözcüğünü kullanmak son yıllarda en çok eleştirilen şeylerden biri oldu.

Yapabildiği saçmalıklar da düşnüldüğünde çok karmaşık bir canlı olan insanın tüm sorunları ve bunların nasıl çözülebileceği, her örnekte “basit” olarak açıklanabiliyor mu? Yalnızca suç olgusuna bakmak bile çetrefilli ne çok vaka koyar önümüze. Ancak ne yazık ki çoğunlukla “basit” olmayan şeyleri basitçe açıklamak, tartışmalarda “siyah-beyaz” diye kesin hatlar görmek, öyle olduğunu varsaymak isteriz.

Geçen haftaki yazımda özellikle duygusal konularda bilimsel, derinlikli tartışmaları yapmakta zorlandığımızdan söz etmiş, “Akıl hastaları tehlikelidir” veya “Sokak köpekleri insanlara zarar vermez” örnekleri üzerinde durmuştum. Kesinlik içeren her iki cümlenin de bilgi açısından doğru olmadığından ve böyle bilgiyi reddeden yaklaşımların bir sorun yaşandığında en başta söz konusu canlılara (akıl hastaları ve köpekler) zarar vereceğinden…

Bu haftaki örneğe bir soruyla başlamak isterim. Kedileri mi daha çok seviyorsunuz, kuşları mı? Saçma soru değil mi? Bence de hem kuşlar, hem de kediler çok sevilesi canlılar. Kediler kuş avlıyor bildiğiniz gibi. Ve avladıkları kuşların aksine kediler evcil hayvanlar. Biz besledikçe sayıları artıyor, oysa kuşlar için bunu karşılayacak bir durum söz konusu değil. Bir araştırmaya göre yalnızca ABD’nin 48 eyaletinde evcil kedilerin avladığı kuş sayısı 1.4- 3.7 milyar arası! (1) Bir de şöyle düşünelim, ülkemiz bildiğiniz gibi çok önemli kuş göç yolları üzerinde yer alıyor. Göç sırasında yorgunluktan kayıklara düşen kuşlar bile oluyor. Kimbilir göç yorgunu kaç kuş kedilerce avlanıyordur? Günümüzde pek çok neden yüzünden (yaşam alanı kaybı, kirlilik, iklim değişikliği vs) zaten ciddi yaşam savaşı veren kuşların bir de evcil kediler nedeniyle ölmesine izin mi vereceğiz?

Balık sofralarından edebiyata, kültürümüzde kedilerinin büyük yeri var. Örneğin Ayvalık’ın sokaklarını bu yüzden de çok severim ama işte gerçekler de böyle. Hem kuşları, hem kedileri sevmek zor. Kanımca bu tür zorluklar aracılığıyla yaşam karmaşasının benimsenmesi; bilgiye daha çok saygı gösterilmesini ve insanların birbirini daha iyi dinlemesini sağlayabilir. Ancak bilgiye açık pencerelerimizi kapayarak, düşüncelerimizin dümenini dış güçlerin kırmasına izin vermezsek.

Görünüşe bakılırsa medyanın bunu yapmasına çok izin veriyoruz ve yine görünüşe bakılırsa pek çok yazı da hakim iklime uygun, beklenen dilde yazılıyor. Ne yazık ki dil, bilginin önüne geçiyor çoğu örnekte. Bilinçli, bilinçsiz buna izin veriyoruz. Dil bir orkestra şefi görevi görüyor çünkü. Filmlerde duygulanmamız ya da heyecanlanmamız gerektiğini müzikle beynimize bildirmeleri gibi dil aracılığıyla beyinden çok yüreği hedef alıyor bu yazılar. Lafın gelişi, yoksa hepsi beyinde elbette. Bilgilendirmekten çok, duygulandırmak için yazılan yazılar bunlar. Bilgi adına ne varsa çoğu bilinçli bir seçimle geri plana itiliyor. Zaten pek çok örnekte bilgi adına bir şey de yok o yazılarda. “Ama”larla dalga geçen pek çok yazı da onlardan.

Oysa “ama”ları pek çok örnekte daha fazla bilgiye sahip olan ya da onu isteyen beyinler üretmiyor mu? Olmadık “ama”lar elbette bir yana, sorgulayan beyinlerin, bilgi sahibi olma nedeniyle ürettikleri “ama”ların bile bu denli sevimsiz gözükmesini başka ne açıklayabilir? Milliyetçi söylemle yazılan ne çok örnek var ama beni özellikle “eğitimli”, “vicdanlı” insanları çok etkilediğini gördüğüm liberallerin yazıları kaygılandırıyor, solcularınki ise düş kırıklığına uğratıyor.

Şu an dünya üzerindeki belki de en ciddi sorunlarla uğraşan (ölümler, faili meçhuller, yolsuzluklar...) ülke olmamıza rağmen bu duruma yeterince dirençle karşı gelmeyişimizi kaygı verici buluyorum çünkü içinden geçtiğimiz dönemde ırkçılığın ne kadar derine kök salıp, salmayacağı biraz da her yandan kuşatan medyanın etkisinden ne kadar korunabildiğimize bağlı değil mi?

Zaten öyle bir kültürel yozlukla karşı karşıyayız ki, burada hiç bir gazetede görmediğim şeye hepimiz teslim olduk mesela. Köşe yazıları artık paragraflardan çok, satırlardan oluşuyor. “Barış”, “özgürlük”, “terör”...böyle bir sürü çok önemli kavramın içinin boşaltılmasına, yanlış kullanılmasına da engel olamadık. Ve bunlar hem kültürel yozluğun kök salışının hem de çok daha büyük tehlikelerin doğuşunun habercisi.

Özellikle liberalizmin ülkemizde nicedir izlediği yıkım hattının meyveleri ortada ama keşke en azından bu günlerin büyük tehlikesi karşısında daha iyi savaşsak. Irkçılığa karşı. Barışın nasıl geldiği ırkçılığı da etkilemeyecek mi? Sizi bilmem ama bu da beni çok korkutuyor çünkü ne olursa olsun buradaki ırkçılığa benzer bir ırkçılığın ülkemizde çok yaygın olmadığını düşünüyorum. Bir anlamda sıcağız hala, küllenmeden ateşte biraz birlikte tutuşsak sanki Anadolu yakalar bizi, bir güzel döver, kendimize getirir.

Lincoln’ün köleliği kaldırması ırkçılığı engellemiyor ki, Martin Luther King’in o ünlü şiddet içermeyen eylemleri yapması gerekiyor. Lincoln 1865`de öldürülüyor. King 1929’da doğuyor. King de o ses getiren eylemlerini yaparken, 4 Nisan 1968’de öldürülüyor. Arada kaç yıl var bir düşünün ve bir de Kennedy kardeşler gibi daha pek çok insanın siyahlara eşitlik adına yaptıklarıyla ilgili olarak öldürüldüklerini. Ve tüm bunlar kölelik, otobüslerde, lokantalarda birlikte oturamama gibi kimsenin utanmaktan başka bir şey yapamayacağı konularda yaşanmış. İnsan en azından günümüzde kimsenin siyahlara karşı ırkçı duygular beslemeyeceğini düşünüyor oysa ABD polisinin öldürdüğü silahsız siyah gençler bile tek başına ırkçılığın günümüzde, üstelik de can alacak şekilde devam ettiğinin kanıtı.

Bir Tlingit yerlisi olan eşimin anadilini bilmediğini ilk öğrendiğinde yeğenim çok şaşırmış, arka arkaya sorular sormuştu. Bizim liberaller duysa herhalde neler olduğunu öğrenmeye çalışan 6 yaşındaki yeğenimi de azarlarlardı çünkü çok “ama” kullanmıştı! “Ama nasıl affetmişler?” (http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ozgur-kesapli/ama-nasil-affetmisler-70279) isimli bu yazımı ben de şimdi yeniden, çocuklarımızın ileride tarihimizle ilgili her tür soruyu sorabilecekleri ve Kürt, Türk kimsenin çok utanmadan cevaplayacağını umut ederek okudum.

Kaç yıl önce kurulmuş olmasına, dünyanın hararetli bölgelerinden uzak oluşuna, güçlü ekonomisine rağmen ırkçılığın hala güçlü ve soğuk, soğuk nefes aldığı topraklar bize duymama lüksümüz olmayan bir uyarıda bulunuyor. “Ama” demeden dinleyelim!

[email protected]

www.facebook.com/okesapli

1) http://www.audubon.org/news/cats-pose-even-bigger-threat-birds-previousl...

Doç.Dr. Çağan Şekercioğlu’nun hem sokak kedilerinin, hem de sokak köpeklerinin yaban hayata olumsuz etkisine dair görüşlerini içeren şu söyleşiyi de okumanızı öneririm;

http://t24.com.tr/haber/kediler-yilda-kuslarin-yuzde-2-4unu-yok-ediyor,2...

Venüs bitkisi, Ornitorenk, Uçan balıklar…Hepsiyle ilgili daha çok bilgi için;

http://www.evrimagaci.org/makale/73