Emniyet Müdürlüğü’nde tartaklanmak

12 yıl önce pasaportumla ilgili bazı işlemler için eşimle birlikte Ankara Emniyet Müdürlüğü”ne gitmiştik. Öğle arasından önce sıra gelmediği için oturup beklemiştik. Görevlilerin yerine dönmesinden bir süre önce herkes gibi yerimden kalkarak pasaportumun rengine göre sıraya girmiştim.

Görevliler döndükten bir süre sonra yeşil pasaport sırasının başındakilerden birkaç kişi bizim sıramıza ilerleyip başa geçtiler. Herhangi bir şey söylemeden önümüze geçerek zamanımızı çalmaları saygısızlıktı. Tepkimi dile getirdim. Çağdaş olmalarını ve sıraya girmelerini söylediğimde o ana kadar zaten vücut diliyle de saygısızca davranmış bu kişiler arasındaki genç kadın hiddetlendi. “Pantolon giymekle çağdaş olunmaz” dedi ve beni çekiştirmeye başladı. Özür dilemeden, bir açıklama yapmadan sıramızın başına geçen bu insanların kılık kıyafeti beni ilgilendirmiyordu ki! Mini etekli bir kadın ya da şort giymiş bir erkek aynı davranışı yapsa yine aynı şeyleri söyleyecektim. Ancak yapılan saygısızlığın bir önemi yoktu. Onlar bir anda çıkarları için dinci gericiliği besleyen kimi siyasetçilerimizin dilinden düşürmedikleri “mağdur” vatandaşlarımızdan olmuşlardı. Ben onları başörtülü oldukları için aşağılıyor, kendimi onlardan üstün görüyordum! Çağdaşlığın kılık kıyafetle ilgisi su götürmezdi!

Kadın bir ara bir milletvekilinin ismini telaffuz ederek onu tanıdıklarını tüm emniyete ilan etmişti. Bunun da bir etkisi olmuş muydu bilemiyorum ama sonuçta koskoca emniyette olanlara bir görevli bile müdahale etmedi. Nasıl oluyorsa, hiç bir şeyi duymuyor ve görmüyorlardı! Görevliler bazı vatandaşların haklarının yenmesini umursamamış, bu 3 kişinin işlemlerini sorunsuz başlatmış ve bitirmişti. Veznede işi görüldüğü sırada bir yandan bana ağza alınmayacak küfürler savuran adamı duymuyormuş gibi işini yapmıştı görevli. Kadın yanıma gelip beni tartakladığında da kimse onu uyarmamıştı. Oysa, ben de ona bir şekilde dokunsam saçımı başımı yolacağı her halinden belliydi.

Eşim ülkemiz topraklarında yetişmiş erkeklerden genel olarak daha soğukkanlı olduğu için onca küfür ve tartaklanmaya rağmen sakin kalmayı başarabilmiştik. Esip yağan üçlü binayı terk etmeden dışarı çıkmamaya karar vererek oturduk. Tartaklanmanın yanı sıra hiç bir polisin olaya müdahale etmemesi nedeniyle yaşadığım şaşkınlık ve korku, pencereden dışarı baktığımda arttı. Dövmek için olsa gerek, ailecek kapının önünde beklemeye başlamışlardı! Onlar bizi beklemekten vazgeçip gidene kadar içeride kaldık. Olaya sinirlenen, üzülen birkaç kişi bu arada yanımıza gelmese kendimizi çok yalnız hissedebilirdik.

Başımıza gelen bu korkutucu olay, elverişli ortamda minik bir kıvılcımdan kolayca yangın çıkabileceğini kanıtlıyordu. “Çağdaş” kelimesini kullanan kişinin pantolonlu, bu uyarıyı alan kişinin başörtülü oluşu kıvılcımı çakmak için yetmişti. Sağlıklı iletişimin kurulamadığı her durumda karşımıza çıkabilecek olan şiddetin rengi, dinci gericiliğin alanına girdiğimizde doğallıkla koyulaşıyordu. Topraklarımızda yaşanan nice acı olayda bunu görmemiş miydik zaten? Oksijenini, besinini siyasetten alan dinci gericiliğin serpilmesi için ülkemizin koşulları çoktan elverişli bir hale gelmişti.

Kılık kıyafet özgürlüğüyle ilgili tedirgin edici ve çelişkilerle dolu gelişmeler yaşanırken aklıma gelen bu anım, o yıllardan günümüze dinci gericiliğin bizlerin de dolaylı desteğiyle ne kadar çok yol aldığını hatırlattı. Şeriat özlemi çekenler, mağduru oynayanlar zaferlerini ilan ettiler. Hakim zihniyetin başarısına şaşmak pek mümkün değil. Mağduru oynayanların bile ilk fırsatta başvurmaktan çekinmedikleri, meşru gördükleri şiddetten nasıl korunacağız?