Cumhurbaşkanı’nı kim seçecek?

Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun “Cumkurbaşkanını kim seçecek?” başlıklı yazısı 12 Ocak 2013 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Cumhurbaşkanı seçim takvimi giderek yaklaşırken, bu seçimlerin halkın serbest iradesiyle yapılacağı genel havası yaratılmasına rağmen, gerçekler de öyle olacak mıdır?

1982 Anayasa halk oylamasındaki yüzde 92 kabul oy oranı bugün sorgulandığında, bu oranın yüksekliği, bir an önce sivil yönetime geçilerek darbe yönetiminden kurtulmada halkın sergilediği irade olarak da nitelenebilmektedir. Ancak bu niteleme gerçeklerden kaçmak anlamındadır. Örgütsüz halk, kendisini rüzgara kaptırıp, gücün etkisi altına girdiği için bu sonuç ortaya çıkmıştır. Devlet başkanı olan Kenan Evren de, o halk oylaması sonucunda, Anayasa’daki hüküm gereğince kendisini Cumhurbaşkanı seçtirmiştir. Halk, anayasa halk oylaması sonucunda Atatürk’ü ağzından düşürmeyip sömüren Evren’in Cumhurbaşkanı seçileceğinin ne kadar farkındadır? Ve de Evren’i böyle bir seçim için kim aday göstermiştir?

Muhtıra ve darbeler sonrasında, o süreci yönetenler, kendilerine hep en üst makamı uygun buldukları için, Cumhurbaşkanı sıfatını elde etmeleri, o makamının sivilleşmesini ve sivil görüntünün ortaya çıkmasını hep engellemiştir.

Şimdi oyunun kalan ikinci perdesi oynanmaktadır. 12 Eylül’den kalan siyasi partiler ve seçim yasaları değişmediği için, siyaset ve seçim hala 12 Eylül kurallarıyla yapılmaktadır. Seçim barajı yerinde durmaktadır. Partilerde tek adamlık egemendir. En az yirmi milletvekilinin oyu ile Cumhurbaşkanlığına aday gösterilebilmektedir. Milletvekillerini 12 eylül kuralları uyarınca parti başkanları belirlemektedir. O milletvekilleri, parti başkanlarının istemediği bir kişiyi aday olarak belirleyebilir mi... Süreç aynen 12 Eylül’de olduğu gibi...

Seksen yıl önce temsili demokrasiyi amaçlayan devrimler sürecinde, siyasi tarih de hiçbir biçimde görmezden gelinmediğinden, cumhurbaşkanının halk yerine yasama organı tarafından seçilmesi, egemenliğin yetkili organlar arasında paylaştırılarak iş bölümü içinde kullanılması ve böylece tek adamlıktan da uzaklaşılması olmazsa olmaz kabul edilmiş, Cumhuriyet bu tanımıyla kabul ve ilan edilmiştir. Karşısında hiç bir adayın duramayacağı Mustafa Kemal bile, kendisini halka seçtirme yoluna gitmemiştir. Erkler ayrılığı da bu şekilde devreye sokulmuştur.

2007 yılında Cumhurbaşkanı seçim yöntemi konusunda anayasa değişikliği yapıldığında, iktidar partisi dışında herkes, halka seçtirilecek Cumhurbaşkanının fiilen üstleneceği yetkileri gözetip, siyasi tarihimizi de hatırlayarak, bu yeni seçim yöntemine karşı çıkmıştır. Ancak bugün nedense herkes bu seçim yöntemini kanıksamış durumdadır.... Hatta aday gösterme arayışları bile başlamıştır.

2007 yılında o düşünce etrafında toplananlar, bugün aynı düşünce etrafında toplanıp neden bir cephe yaratma yoluna gitmemektedirler. Aksi halde o düşüncelerinden dönme nedenlerini, hatta iktidarın çarkına mı kapıldıklarını halka açıklamak durumundadırlar. Siyaset, dün dündür bugün bugündür anlayışından kurtulmalıdır. Halk, kendisine ne sunulursa evet diyen bir topluluk konumuna sokulmamalı, partiler de, örgütlenme bilinç ve mücadelesini yok eden dayatma araçları haline gelmemelidir.

2014 yılında yapılacak seçim için, parti başkanlarınca, daha doğrusu iktidar partisi başkanınca belirlenecek aday, halka sunulacaktır. 2007’deki sözlerinden dönen partiler aday gösterince, meşruiyet görüntüsü altında yapılacak seçimde, iktidar kanadı istediği sonucu elde edecektir. Sonuçta kararı halk veriyor görüntüsü altında, Cumhurbaşkanlığının yetkileri önce fiilen sonra hukuken artırılmış olacaktır. Böylece kum saati tersine çevrilmiş olacağı için, “1923 teki Cumhuriyet’in” sadece adı kalacaktır.

Bu nedenle 2014’teki seçimlere, herkes 2007 deki sözlerini hatırlayıp, aday göstermeme ortak noktasında buluşarak, yetmez ama hayırcı konumuna girmeyip, iktidar partisini bu konuda yalnız bırakmalıdır. Seçim tek adaylı bir referanduma dönüşmeli iktidar da, Cumhuriyete evet ve hayır söylemiyle karşı karşıya kalan halkın demokratik tavrını görmeli, halk da artık bunu eylemsel ve hukuksal boyutta göstermelidir. Demokratik hukuk devletinden ve Cumhuriyet’ten kopuşa artık halk, örgütleri ve temsilcileri bir bütün halinde son noktayı koymalıdır