Erdoğan’ın istediği, geçici olmayan bir 15'inci madde!

Erdoğan’ın, "Cumhurbaşkanı olarak anayasal sınırlar dışına çıkması nedeniyle fiilen yaşanan yönetim sistemin, Anayasal dayanağa kavuşması" yolundaki açıklaması, anayasanın dışına çıkarak, yani anayasayı askıya alarak, hükümete müdahale ettiği, başbakanın görevlerini de üstlendiği, hükümete el koyup görev yaptırmadığı anlamındadır. Bu sözleri, anayasa değişmeden kendisinin başkan gibi hareket etmesinin de ötesinde, yaptığı bir darbenin de itirafıdır.

Erdoğan, ben varken, başbakana, hükümete, AKP'ye gerek yok derken, başbakandan, hükümetten AKP'den de aksi yolda bir ses çıkmaması da dikkat çekicidir.

Erdoğan yargılanabilir mi?

Anayasa uyarınca, Erdoğan hakkında Cumhurbaşkanı iken “görev nedeniyle” gerçekleştirdiği eylemlerin, vatana ihanet niteliğindeki bir suçu oluşturması durumunda ancak yargılanması olanaklıdır. Bu konu, savcılıkların değil, TBMM’nin görev alanında kalmakta olup, en az 184 milletvekilinin TBMM'ye yazılı önerge vermesi gerekmektedir. Hala daha bir milletvekilinin çıkıp ta işte ilk imza benden dememesi de anlaşılabilir değildir!

TBMM İçtüzüğü uyarınca, TBMM’de Cumhurbaşkanı'nın da dinlenilmesinden sonra Yüce Divan'a sevk, TBMM’nin en az 413 kabul oyuyla alacağı kararla gerçekleşebilmektedir.

Cumhurbaşkanı TBMM'ye gelmeyip savunmasını yazılı olarak ta gönderebilir. Yaşananlar karşısında, TBMM'nin devre dışı kalmaması ve denetimi için, en az 184 milletvekilince bu tarihi adım atılmalı, Erdoğan’ın TBMM önünde savunma vermesi sağlanmalıdır. TBMM’deki savunma için, bir başka işleme gerek olmadan sadece en az 184 milletvekilinin önerge vermesi yeterlidir. Bu savunma için, sanıldığının aksine ayrıca meclis soruşturması açılması kararına veya başkaca bir karara, yani o kararlar için gerekli bir yetersayıya da gerek bulunmamaktadır. Çünkü meclis soruşturması, bakanlar ve başbakanlık dönemindeki görev suçları ile ilgili olup, cumhurbaşkanının görev suçları bu kapsamda değildir.

Erdoğan'ın TBMM'de savunma vermemesi, hukuken susma hakkı olarak yorumlanabilirse de, bunun siyaseten anlamı TBMM iradesini muhatap almaması olacaktır!

Başkanlık konusuna bile halkın büyük oranda karşı tepki verdiği bir durumda, Erdoğan ve partilerin tavrının TBMM önünde net olarak ortaya çıkmasının, girilen seçim sürecinde ayrıca tabana yansıması da olacaktır. O halde TBMM’de bu 184 imzanın da gücü ortaya konulmalı, bu imzalar atılmalı, Erdoğan’ın bu aykırı davranışlarına duyarsız ve kayıtsız kalınmamalıdır!

Vatana ihanet konusu

1920 tarih ve 2 sayılı Hıyaneti Vataniyye Yasası'nın, 1991 yılında Terörle Mücadele Yasası ile kaldırılması nedeniyle, artık Cumhurbaşkanlarının da vatana ihanet nedeniyle bile yargılanamayacağı sanılmaktadır ki, bu düşüncenin temeli yoktur. Çünkü o Yasadaki "hıyaneti vataniyye suçu" ile cumhurbaşkanlarının yargılanmasında Anayasa'nın ifade ettiği "vatana ihanet" kavramları farklıdır.

2 sayılı Yasada çok açıkça bir hıyaneti vataniyye (vatan hainliği, vatana ihanet) suçu düzenlenmiştir. İşte kaldırılan bu suçtur. Cumhurbaşkanı konusunda Anayasa'da ifade edilen “vatana ihanet” ise, başlı başına bir suç veya suçun adı değil, bir suç oluşturan eylemin hangi nitelikte yani vatana ihanet niteliğinde veya boyutunda olup olmadığıdır. Tüm bu durumlar da TBMM İçtüzüğünde açıkça düzenlenmiştir.

Bir anayasanın askıya alınması, anayasanın ihlali, hükümete yönelik darbe teşebbüsü, kuşkusuz vatana ihanet niteliğindedir. Burada esas olan; Erdoğan'ın eylemi karşısında TBMM'de en az 184 milletvekili iradesinin ortaya çıkması ve TBMM’de savunma işlemlerinin söz konusu edilmesi, nasıl olsa Yüce Divan’a sevk için en az 413 oy toplanamaz düşüncesi ile hareketsiz kalınmamasıdır.

Demokratik hukuk devletinde, bu hukuk dışılığın hesabının sorulabilmesi için, son adıma bakarak hareket etmek değil, ilk adımı atarak hareketi başlatmak, toplumsallık, kitlesellik yaratmak, halka mal etmek esas olandır.

Bu kaçıncı darbe

Anayasa Mahkemesi, hakkında kapatma davası açıldığında, 2008 yılında AKP için laik ve demokratik cumhuriyete aykırılığın odağı olduğuna karar verdikten sonra, temelli kapatma yerine son yıllık devlet yardımından yoksunluk yaptırımı uygulamıştır.

AKP, bu karardan sonra o karara konu aykırı eylemlerini artırarak sürdürmüştür. Bu süreçte 2010 yılındaki bir Anayasa Mahkemesi iptal kararı nedeniyle hukuk sistemimizden fiilen parti kapatma konusu da çıkınca AKP, aykırılıkta da sınır tanımaz olmuştur.

Anayasa'da Cumhuriyetin değişmezliği ifade edilirken, laik ve demokratik niteliğinin de değişmezliğine özel vurgu yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin 2008'deki kararı ile, laik olmadığına açıkça karar verilen partiden laik hükümet, yine demokrat olmadığına açıkça karar verilen bir partiden demokratik cumhuriyet hükümeti yapması beklenmiştir. Oysa laik olmayan bir partinin, hükümete devam etmesi, karşı darbe yani bir islami darbedir. Ne acıdır ki buna göz yuman, Anayasayı korumakla görevli Anayasa Mahkemesi olmuştur!

Siyasi partiler, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Demokrasi için, seçim, seçimle iş başına gelmek ve de demokratik ortam, olmazsa olmazdır. Hitler'in de seçimle iş başına geldiği, ancak demokratik ortamı yok ederek iktidarda kaldığı unutulmamalıdır. AKP'nin de nasıl ve ne kadar demokrat olduğu ve nasıl bir demokratik ortam bıraktığı gözler önündedir.

AKP, “demokratik niteliğini kaybetmesine” rağmen iş başında, hükümette kaldığı için darbecidir. Bu duruma yine ne acıdır ki Anayasa Mahkemesi göz yummuştur!

Bu tablodan çıkan sonuç

Laik olmayan parti bu konudaki aykırı eylemlerini artırmasına da rağmen laik hükümet, demokratik cumhuriyete aykırı eylemlerini de artırmasına rağmen demokratik cumhuriyet hükümeti görevini yürütmüş, demokratik ortam ve demokrasinin kuralları değil, sandık tek başına demokrasi için yeterli görülmüştür. Anayasayı ihlal niteliğindeki geçmişteki bu darbelere sessiz kalınmıştır.

Sessiz kalınan bu darbe ortamında, demokrasi tamamen sandığa indirgendiği için, sandıktan çıkan Cumhurbaşkanı da, bir adım daha atarak, anayasayı askıya aldığını, anayasayı ihlal ettiğini, hükümete, yönetime el koyduğunu belirtip, darbelere son vermek yerine, kendisinin bu darbelerine meşruiyet yaratacak bir anayasa istemiş, darbeci paşaların eksik bıraktığı adımı da atarak, 1982 Anayasası’nın geçici 15 nci maddesi hatırlandığında, aslında kendisi için “kalıcı bir -geçici 15 nci madde- istemiştir!”

12 Eylül'de darbecilerin, 2324 sayılı Anayasa Düzeni Hakkındaki Yasayı çıkartarak, "Milli Güvenlik Konseyinin bildiri, karar ve yasalarının, 1961 Anayasası ile bağdaşmayan hükümlerinin anayasa değişikliği, yasalarla bağdaşmayan hükümlerin de yasa değişikliği olduğunu" ifade edip, kendi sözlerinin anayasa olduğunu açıkça ortaya da koydukları hatırlandığında, gidişat Erdoğan'ın artık anayasaya da gerek yok, "Anayasa ben'im" diyeceği yolundadır!