Tehditler altında ‘Sandık iradesi’

AKP yanıltmadı: Doğası gereği, 31 Mart gecesi yapamadığı aldı-kaçtı senaryosunu tekrar denemesi gerekiyordu. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) da yanıltmadı. İstanbul seçimlerinin iptaline karşı oy kullananları tenzih ederek söyleyelim, kendine yakışanı yaptı. Türkiye'de sandık demokrasisinin bile iflas ettiğini Nisan 2017'den beri göstere göstere kanıtlamıştı zaten. YSK, bir üst yargı kurumu olarak kendi içtihatlarını dahi çiğneme fütursuzluğuna savrularak, seçim güvenliğinin değil seçim güvensizliğinin simgesi haline gelmişti. Son kararıyla, hukukun değil imam hatip kardeşliğinin, iktidarın hık deyiciliğinin daha geçerli olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.

O kadar ki YSK "kamu görevlisi olmayan sandık kurulu başkan ve üyelerinin seçimde görevlendirilmesi" gibi bir iptal gerekçesine sığınırken (ki yasa bunu gerektiği halde mümkün görüyor), aynı kurulların ilçe belediye seçimlerinin ve belediye meclislerinin seçimini yaparken görevde olmalarını aynı "sorunun" parçası saymıyordu. Geçmiş yıllardaki seçimlerde kurullar benzer biçimde oluştuğuna göre, bu kararı sonucunda 2018 ve 2017 seçimlerinin de aynı nedenle iptalinin gerekeceğini dikkate almıyordu. Böylece YSK, tam hukuksuzluk zemininde kulaç atıyor, hukuk dışılığın kurumsal simgesine dönüşüyordu.

Türkiye'de artık bir YSK yoktur. İktidarın koltuğunun altından çıkamayan bir YSK, bağımsız bir yargı organı olarak son nefesini vermiştir. Türkiye artık seçim güvenliğinden tamamen yoksundur. Seçimler tekrarlanacaksa, bu koşullarda tekrarlanacaktır. 31 Mart'ta her bir beldenin belediye başkan adayı olan Tayyip Erdoğan şimdi de İstanbul'da her bir sandık kurulunun başkanı olmaya yeltenecektir.  Sandıkların,  iktidar partilerinin, onların polisinin, onların kurul başkan ve üyelerinin, parti militanlarının ablukası altına alınması  hedeflenebilecektir. Bazı sandıklarda Çubuk benzeri faşist saldırılar da tezgahlanabilecektir. Ama bunlar İstanbullu seçmene sökmeyecektir. Etki tepkiyi doğuracak ve sandıkta daha büyük bir şamar atılacaktır.

Tabii AKP'nin bazı ilkesiz "siyasi açılımlar" yaparak Millet İttifakına yönelen oyları bölme planları yapması da mümkündür. Abdullah Öcalan'ın 8 yıl sonra avukatıyla görüşmesine tam da şimdi izin verilmesi ve Apo'ya "Suriye Demokratik Güçleri dahil bir toplumsal uzlaşma" çağrısının yaptırılması tesadüf olamaz. Ancak bu tür hamlelerin getirisi kadar götürüsü olacaktır; üstelik, samimiyetsizliği açık olan bu tür girişimlerin iç politikadaki getirisi beklendiği gibi de olmayacaktır.

"Bu koşullarda seçime iştirak edilmeli midir" sorusu birçok kişinin kafasını şimdiden kurcalamaktadır. Boykot sözcükleri daha sık ve daha haklı olarak telaffuz edilmeye başlanmıştır. Ama öyle görünüyor ki, kapsamlı bir boykotun siyasi koşulları da (anamuhalefetin boykot kararıyla birlikte farklı bir mücadele eksenine geçme iradesi) ortada yoktur.

***

Asıl soru şudur: AKP'nin, ekonomi üzerindeki olanca olumsuzluğu da göze alarak, İstanbul seçimlerinin iptaline ve yenilenmesine neden bu kadar çok ihtiyacı vardı?

Çünkü, birincisi, AKP için Türkiye ekonomisi değil kendi ekonomisi önceliklidir. İstanbul ekonomisinin ise AKP yöneticilerinin ve yakın çevrelerinin ekonomisini ne denli yakından ilgilendirdiğini anlamak için son beş haftadır ortaya kısmen dökülen usulüne uydurulmuş veya uydurulmamış peşkeşlerin muazzam hacmine bakmak yeterlidir.

Çünkü, ikincisi, İstanbul belediyesi yönetiminin 25 yıllık pisliklerinin temizlenmesi için daha fazla süreye ihtiyaç vardı ve bunun için İmamoğlu'nun mazbatasının da alelacele geri alınıp seçimlere kayyım nezaretinde gidilmesinin sağlanması gerekmekteydi.

Çünkü, üçüncüsü, AKP'nin hem kendi içindeki güç dengeleri bakımından hem de kendi yanına çekemediği kitlelerin moralini sarsmak açısından Türkiye'nin en önemli kentini geri kazanma çabası içinde olması ve mümkünse geri alması gerekiyordu. AKP'nin seçimle gidebileceğine ve örülmekte olan faşist cenderenin kolayca çözülebileceğine inanmaya başlayan kitlelerin umutlarının ve mücadele azimlerinin köreltilmesi gerekiyordu.

Ama tabii bu hamlelerin bedelleri de vardır. İktidarın temsilcisi olduğu otokratik yönetim biçimi, artık tüm ülkede ve dünya sathında iflah olmaz bir baskıcı yönetim olarak damgalanacaktır. Bu rejim artık toplumu denetleyebilmek için eskiden olduğundan daha fazla devlet şiddetini yargı ve kolluk güçleri üzerinden uygulamak zorunda kalacaktır. Bu aynı zamanda toplumun ve siyasetin haksızlıklara, hukuksuzluklara ve devlet şiddetine karşı verdiği tepkilere de yansıyacaktır: Boyun eğmeyenlerin sayısı boyun eğenleri fazlasıyla aşacaktır. Baskılara direnme gücü bilenecek, iktidar partilerinin saflarında da gedikler açılacaktır.

***

31 Mart Yerel Seçimlerine dair gerçeklik de değişmemiştir ve İstanbul seçiminin yenilenmesiyle de değişmeyecektir: AKP iktidarı ve zihniyeti, bu seçimlerin büyük kaybedeni olmuştur. Bundan böyle AKP'nin teokratik bir rejim inşa etme projesi akamete uğramıştır. AKP'nin geriletilebileceği kanıtlandığı gibi tekrar suyun yüzüne çıkmak için her türlü zayıflığı (her türlü ilkesizlik ve faullü dövüşü) gösterebileceği de görülmüştür. Böylesine zaafları olan ve bu zaafları olanca çıplaklığıyla teşhir olan bir siyasal hareketten artık bir rejim kuruculuğu rolünü oynaması ve özellikle de bunu sonuca erdirmesi beklenemez.

İstanbul sonuçlarını kabullenememek, AKP'yi yüceltmek yerine iyice tüketmiştir. Seçimlerin yenilenmesi sürecinde yeni siyasal kartlar açmaya çalışmak bu tükenişi hızlandırmaktan başka işe yaramayacaktır. Seçimi tekrar yitirmek, AKP'yi iyice bitirecektir. AKP iktidarının ve temsil ettiği zihniyetin karşısında olanlar, umutlarının kırılmasına asla izin vermemelidirler. Tam tersine, karşılarında seçim sonuçlarıyla oynayabilmek için hukuka ve kurumlara dokuz takla attırmaya mecbur kalarak zavallılaşan bir siyasal akımın varlığından güç almalıdırlar. İktidarı, bu seçimleri yenilediğine pişman etmek öncelikli görevdir.