Kimse kendini kandırmasın

Başlık da kimseyi yanıltmasın, önce TKP’den söz edeceğim, partimizin kendisini kandırmaması gerektiğinden. 31 Mart seçimlerinde sosyalizm mücadelesi açısından bazı mevziler kazanıldığı, bir psikolojik eşiğin aşılmakta olduğu ortadadır, içinde olduğumuz bir ittifakın TKP kimliğiyle Dersim Belediye Başkanlığı’nı alması çok önemlidir elbette. Ancak TKP henüz yolun başındadır ve bu seçim “başarı” hanesine yazılacak olan sadece ve sadece partinin doğru yolda olduğunun açıkça görülmesi ve bu yola giren ya da girmeye yönelenlerin sayısının artmasıdır. Bundan daha fazlasını söylemek, büyük sorunlarla boğuşan emekçi halkımıza saygısızlıktır. Yaygınlaşacağız dedik, Türkiye’nin her yerine yayıldık. Kök salacak, yerelleşeceğiz dedik, ilçe bazında da, mahalle bazında da bunu becerdiğimiz örneklerin sayısı arttı. Yalnızca Hacıbektaş ya da Kömür’de değil, büyük kentlerin bazı mahallelerinde partimiz yüzde onluk bir desteğe ulaşabildi. En önemlisi, TKP’nin oylarını artırdığı yerleşimlerin büyük çoğunluğu örgütlü çalışma yürütülen yerler. 2018’de “Emekçilere!” sloganıyla Konferans yaptık, bunun sonuçları görülüyor. Semt evleri açtık; şimdi onlarcası açılmayı bekliyor. Seçim öncesi yoğunlaşan “TKP’li nasıl olurum” soruları, seçim sonrasında yaygın talebe dönüştü. En büyük yanlış bütün bunlara kendi başına özel bir anlam yüklemektir. Mesele şudur: TKP’nin sorumlulukları ve olanakları artmış ve parti görünür hale gelmiştir. Kendimize ve dostlarımıza sözümüz olsun: Biz TKP’yiz üzerimize düşeni yapacağız. Türkiye için, emekçi halkımız için, çocuklarımızın geleceği için, insanlık için!

Kendimizi kandırmayacağız. Başkalarının kandırılmasına seyirci kalmayacağız.

Deniyor ki Ankara ve İstanbul kazanıldı. “Umut kazandı” diyenler var sol adına. O halde altını çize çize söyleyelim. İstanbul ve Ankara’da ne halk kazandı, ne umut. Dahası İstanbul ve Ankara’da CHP’nin kazandığı bile kuşkulu. Bu iki önemli ili AKP kaybetti belki ama kazanan AKP felsefesidir, somut olarak da Türkiye’de AKP’nin temel özelliklerine evet deyip, onun siyaset üslubuna itiraz edenlerdir. İstanbul ve Ankara’nın başına medya ve liberal sol tarafından makyajlanmış iki sağcı; AKP’nin milliyetçilikle İslamcılık arasında kurmaya çalıştığı dengeyi Erdoğan’dan daha büyük hünerle kuran iki AKCHP’li geçmiştir. Daha seçimden birkaç gün sonra, henüz herkes “oh be” demişken söylediklerimiz TKP’nin hoyratlığına değil dürüstlüğüne yorulsun. Kandırmaca yok.

Sonra AKP’nin geriletildiği iddiası… İstanbul ve Ankara’yı geçiyorum, 2014’te de aşağı yukarı durum buydu. 17 yıllık bir siyasi iktidar, her şeyi batırmış, üstüne ağır bir kriz, enflasyon gerçekte yüzde 20’lerin üstüne çıkmış ve hâlâ yüzde 40’larda oy alıyor, birinci parti. MHP ikiye bölünmüş AKP ve CHP etrafında toplanan iki koalisyon sayesinde memlekette olmadık ve hak edilmedik ağırlık kazanıyor. HDP bu koalisyonlardan birine destek vermiş ve ötekine “gördün mü neler yapabileceğimi, aklını başına topla” demekte.

Söylediklerimin AKP’nin gücünü abartmakla ilgisi bulunmuyor. AKP seçimden önce de, hatta hiçbir zaman iddia edildiği kadar güçlü olmadı. Türkiye’nin sorunu, AKP’nin karşısına çıkacak ya da artık daha doğru bir ifadeyle, yıllardır Türkiye’yi arafta tutan bu garabet statükoyu bozacak bir alternatifin toplumsallaşamamasıdır. Sanıldığı kadar güçlü olmayan AKP, düzen muhalefetinin toplumsal tepkileri sahte umuda kanalize etme yeteneği sayesinde yalnızca hükümette kalmaya devam etmedi, siyasal alandaki bütün aktörleri kendine benzetti. Bugün Türkiye’de haritaya bakıldığında kıyı kesimlerde yoğunluklu olarak görülen farklılık kültürel ve ideolojik boyutlar taşımakla birlikte siyasi anlamını giderek yitirmektedir. Açık söyleyeceğim, herkesin “kişisel olarak tanımıyorum ama…” diye söze başlayarak “yeni lider” diye tanımladığı Ekrem İmamoğlu, Türkiye’de siyasal farklılıkların kaybolmakta olduğunun en güzel kanıtıdır. Kendisini ben de “kişisel” olarak tanımıyorum ama siyasette tanıyacağım kadar tanıdım. Bu kadarı yeter. Ekrem İmamoğlu’nu şu anda İYİP üyesi yapsanız olur, MHP üyesi yapsanız olur, AKP üyesi yapsanız da olur. Sırıtmaz. 

İyidir, hoşgörülüdür… Evet Türkiye’de AKP öyle bir travma yaşattı ki, sıradan bazı özellikler belirleyici hale geldi. Ancak siyaset karakter özelliklerinin değil dünya görüşünün üzerinde yapılır. Unutmayalım, birkaç yıldır Kılıçdaroğlu’ndan yaka silkenlerin neredeyse tamamı onu çok “sevmişlerdi”. Gandi filan… Ve yine unutmayalım ki, Ekrem İmamoğlu’nu yaratan da bir anlamda Kılıçdaroğlu’dur.

Konu dar anlamıyla İmamoğlu ya da Yavaş’la ilgili değil. Kişiselleştirilmiş değerlendirmelerin bir anlamı yok. Ancak şu unutulmamalı: Bu türden insanların siyasette öne çıkmaya başlaması ne sadece seçim kazanma stratejisinin ne de muhalefete lider arayışının ürünüdür. Hayır Türkiye’de düzen siyaseti artık bu “tür”ün egemenliğindedir. Partiler üstü, halkla ilişkileri güçlü, herkesle uzlaşabileceği kanaati uyandıran, öte yandan “muhafazakar Türkiye”yle mutlak anlamda barışık tipler. Bu anlamda sağcılık ve solculuk tanımları Türkiye siyasetinde anlamını yitirdi.  

Dolayısıyla AKP geriletilmedi ya da geriletilen fazlasıyla dar anlamıyla AKP’dir. AKP felsefesi, daha sabahında ve makamına yerleşmeden yeni “başkan” Ankara sokaklarına asılan “yeşil” “Hadi Bismillah” afişlerinde yaşamaktadır. 

Kimse kendini kandırmasın.

Bu seçimin kazananı patronlardır. AKP’nin politikaları daha dengeli bir biçimde sürsün, Erdoğan’ın sınırsız gücü gerilesin istiyorlardı. Ama bu gerileyen düzeni sağlama alsınlar, piyasa ekonomisi halkın ümüğünü sıkmaya devam etsin, sadece ve sadece “reis” her istediğini yapıp ülkeyi germesin. Şimdilik bu istedikleri oldu. 31 Mart seçimlerinden bir iktidar alternatifi filan çıkmış değil. Ancak AKP çatlayacak, şu tuhaf muhalefet koalisyonuna eklenecek ve onu sürükleyecek… Birilerinin beklentisi bu.

Olur, olmaz ayrı… İyi de kendimizi kandırıp bununla horon oynayıp halaya mı duracağız?

Türkiye 2010 sonrası biriken muazzam toplumsal enerjiyi Kılıçdaroğlu’na teslim etmiş ve karşılığında Mansur’u, Ekrem’i ve benzerlerini almıştır. O halde Ekmeleddin’in suçu neydi?

Artık Erdoğan’ın çok güçlü olmadığı (yanlış bir vesileyle de olsa) daha geniş bir kabul görmektedir. Bu geniş kabul, eğer 31 Mart seçimlerinde geniş emekçi kesimleri hâlâ etkileyen düzen içi ve de cilalı AKP devrine geçişe hizmet ederse, Türkiye’nin geleceği kararır, emekçi kitleler 2019 ve 2020 yıllarında özellikle ama sürekli yoksullaşır, savruk dış politika dünyadaki gerilim noktalarında NATO ittifakının istemleri doğrultusunda uğursuz yönelimlere girer ve gericilik daha fazla mevzi elde etmeyeceği yanılsamasıyla bugünkü bütün kazanımlarını garanti altına alır. Buradan istikrar çıkmaz. Buradan halkın örgütsüz egemenlerin eli kuvvetli bir siyasal tablo çıkar.

Makul ve emek dostu sermaye yoktur. Emperyalizm savaşsız ve yayılmadan yapamaz. Gericilik bulaşıcı bir virüstür.

Seçim sonrasındaki ilk açıklamada TKP, “düzen partileri krize giriyor” dedi. Burada asıl kastedilen Kılıçdaroğlu’nun yerine şu ya da bunun geçmesi, AKP içinden yeni parti hortlaması değil. Düzen partilerinin krizinin temelinde Türkiye toplumundaki arayışı ve hoşnutsuzluğu birbirine oldukça yakınlaşmış iki parti (ya da iki ittifak) ile yönetme iddiası yatıyor. Erdoğan sınırlarını bilecek, CHP meşruiyet krizi yaratmayacak, MHP devlet sorumluluğuyla hareket edecek, medya tetikçileri hizaya getirilecek, dibe yuvarlanmış ülkenin bütün yükünü çeken emekçi halk da “oh oh, şükür” diyecek. Bunu deneyecekler ve bu hem Türkiye’de düzenin ayarsızlılığı hem de Türkiye’de yoksulların biriken öfkesi nedeniyle çok zor.

İşte bu nedenle Türkiye Komünist Partisi kanmayın diyor, kandırmayın diyor. Boyun eğme, örgütlen, hakkını ara ve bu kahrolası düzeni yık!