Sömürüyle, talanla neden gurur duyacağız? Biz değer yaratan işçilerimize, aydınlarımıza güveniyor, bugünkü sanayi ve altyapı zemininde sosyalist bir ülkenin ihtiyaç duyacağı kaynakları görüyoruz.

Togg’a hayran kalmak…

Sabah’ın başlığı şöyle: “CHP'den sonra İYİ Parti de Togg'a hayran kaldı”. Eh, AKP medyası için haber değeri var gerçekten de. Bir tür “hizaya geldiler” mesajı. Öyle ya, zaman zaman alay konusu olan, gerçekliği sorgulanan, “yerli filan değil” diye küçümsenen Togg’a muhalefet hakkını teslim etmeye başlamış. 

“Fabrika yok, arabalar İtalya’dan trenle geliyor” söylentisini mutlaka duymuşsunuzdur. Bunun arkasında sadece birçok konuda halkı aldatmaya çalışan bir iktidara dönük güvensizlik olsa, pek sorun değil. Ancak biliyoruz ki, Türkiye’de başka kapitalist ülkelere öykünmek ciddi bir alışkanlık ve sol dahil, “muhalefet”in en ciddi hastalıklarından biri.

Bu örnekte “İtalya yapar, biz yapamayız”la somutlanan kompleksli tutum, ülkeler arasında gerçekten var olan gelişmişlik farkından kaynaklanmıyor. Avrupa ve Kuzey Amerika’daki ülkeler iyi ve doğruya yakın, birçok açıdan örnek alınması gereken ülkeler olarak algılanıyor. 

Orada medeniyet var, temel insan hakları var, özgür medya var, refah ve bolluk var…

Evet Avrupa ve Kuzey Amerika’da dünyanın geri kalanının talan edilmesi ve emekçilerin sömürülmesi sayesinde ulaşılmış bir ekonomik gelişkinlikten söz edebiliyoruz. İşçi sınıfının geçmişteki mücadelelerinin ve Sovyetler Birliği’nin yarattığı “kötü örnek”in baskısının ürünü toplumsal hakların bir bölümü hâlâ varlığını sürdürüyor.

Ama ABD, Kanada, İtalya, İngiltere, Fransa ve diğerlerinde işsizlik var, ırkçılık var, evsizler var, cehalet var, yalan var, yolsuzluk var… 

Tamamında polis devleti uygulamaları göze çarpıyor, medyada paranın borusu ötüyor.

Öykünecek bir tarafı yok bu ülkelerin.

Bu ülkelerde de büyük tekeller egemen, Türkiye’de de.

“Onlar üretir, biz yapamayız” tam bir saçmalık.

Otomobil, uçak, İHA, bilgisayar üretince sorunlar bitmiyor. 

Sonra bugün dünyada kapitalizm öyle bir ilişki yumağı yaratmış durumda ki, neredeyse hiçbir şey “yerli” olamıyor. Bu gerçek yalnız Türkiye için geçerli değil. Yazılımlar, çipler, değerli metal aksamların farklı ülkelerde üretilmesi neredeyse bir kural. Yüksek teknoloji gerektirmeyen parçalar için de şirketler ucuz emek gücüne, vergi muafiyetine yönelir. Tek bir araba, telefon, bilgisayar ya da iş makinası için çok farklı ülkelerden kol ve kafa işçisi sömürülüyor.

Kuşkusuz bir ülkenin ileri teknolojiye ulaşması, çok büyük bir bilimsel birikime ve maddi kaynaklarına bağlı. Taklit ve teknoloji casusluğu ile bir yere kadar…

Ancak her ülke, ileri teknolojiyle ilişkisine bir yerden başlamak durumunda. Bununla alay edilmez, bu dalga konusu yapılamaz.

Konumuz ve sorgulamamız gereken bu değil.

Şu anda bütün dünyada teknolojik gelişmelerin ilk yansıdığı alanlardan biri ne yazık ki silah endüstrisi. “Batı gözü” bu alanda düşman ilan ettiği ülkelerin silah sistemleriyle bir yandan alay etmekte diğer yandan da onları tehdit olarak göstermek durumunda kalmakta.

Örneğin İran ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin ürettiği roketlerle, uçaklarla dalga geçen sayısız haber yayınlandı batı medyasında. Bunların karton maketler olduğu bile iddia edildi. 

1930’larda Sovyet tank ve uçakları için de “medeni ülkeler”in uzmanları ardı ardına espriler patlatmaktaydı. Birkaç yıl sonra aynı işçi ve mühendislerin ürettiği T-34’ler, KV’ler, Stalin’in adını taşıyan gelişmiş tanklar Berlin’de, Prag’da, Viyana’da boy gösterince yaygarayı kopardılar.

Alay ve şeytanlaştırma aynı anda!

Türkiye’de yapılan İHA ve SİHA’ların da başına aynısı geldi. Muhalefet ciddiye almamak konusunda kararlıydı.

Peki doğrusu nedir?

Doğrusu, yabancıya öykünüp durmaktan ve kendi ülkenizi aşağılamaktan vazgeçmektir.

Doğrusu, her şeye itiraz etme huyunu terk etmek; bu ülkeye sanayinin, köprülerin, barajların, hatta madenciliğin gerektiğini unutmamaktır.

Doğrusu, asıl sorgulamayı yapmaktır.

Neden sanayimiz, enerji üretimimiz, madenlerimiz özel sektörün elinde ve neden kâr konusu?

Neden bu ülkede kamu mülkiyeti egemen değil, neden toplumsal çıkarlar doğrultusunda planlı ve devletçi bir ekonomimiz yok?

Neden doğayı koruyan, halkın ihtiyaçlarını gözeten, ülkenin bağımsızlık ve egemenliğini sağlayacak bir üretim politikası geliştirmiyoruz?

Neden köprüler, barajlar, yollar, havaalanları, otomobiller üretirken küçük bir azınlık kasalarını dolduruyor, işçiler ise köle gibi çalıştıkları halde yoksullaşıyorlar?

Neden SİHA’larla dünyanın ilgisini çekiyoruz ama ilkokullarda öğrencilerimize sabun temin etmiyoruz?

Bizim derdimiz bunlar.

O yüzden İYİ Parti Eskişehir Milletvekili Hatipoğlu gibi “bir sanayici olarak şirketlerimizle, mühendislerimizle, işçilerimizle gurur duydum” demiyoruz.

Bu el çabukluğudur, “hepimiz aynı gemideyiz” palavrasının devamıdır. 

Sömürü ile, talan ile neden gurur duyacağız?

Öte yandan biz değer yaratan işçilerimize, aydınlarımıza güveniyor, bugünkü sanayi ve altyapı zemininde sosyalist bir ülkenin ihtiyaç duyacağı kaynakları görüyoruz. Bu kaynaklar bugün sömürü ile lekelendiği için onları değersizleştiremeyiz, onlardan nefret edemeyiz.

Biz Togg’a değil, sömürücü asalak bir sınıfa düşmanız.

Yeri geldiğinde o sınıfla dalgamızı da geçeriz.

Ülkemizi hor görmek ise aklımızın ucuna gelmez.