Yıkıcı irade AKP

AKP kendini kurucu irade gibi gösterse de, aslında yıkıcı irade işlevi görüyor. Parlamentodaki gücünü yitirdiği için artık istese bile kurucu irade olamaz. Yeniden iktidar olma uğruna yaptıkları ise yıkıcılık görevinin bitmediğini gösteriyor. Attıkları düşmanlık tohumlarının yeşermesini; meyvelerinin, 12 Eylül Paşalarının yaptığı gibi olgunlaşmasını bekliyorlar.

Siyasetin dili, bugüne değin hiç olmadığı kadar sertleşti. Irk ve mezhepler arasına düşmanlık tohumları atılıyor ve yeşertilmeye çalışılıyor. Olağanüstü yetkilerle donatılmış polis ve askerlerin tavırları; olağanüstü hal, sokağa çıkma yasakları gibi yöntemler ve uygulamaları, ülkenin giderek gerdirilmesinden başka bir işe yaramıyor. Evlere artık her gün bir ya da birkaç cenaze gelmeye başladı. Cenaze törenleri siyaset kürsüsü gibi kullanılmaya başlandı.

Kandan kına yakmaya çalışıyorlar.

Önce, devlet; gelenek; yasa; hukuk gibi kavramların içeriği boşaltılmıştı. Bundan tam bir yıl önce 20 Ağustos günü Devlet fermanlarla yönetiliyor diye yazmıştım. Tayyip Erdoğan istiyor, Meclis olsun, bakanlar olsun, derhal yerine getiriyordu. Çıkarılan ürünler, hukukun ilkeleriyle pek bağdaşmıyorsa da hiç olmazsa yasa, BKK, yönetmelik gibi adlar alıyor, yayımlanıyor, bizler de okuyorduk. Yeni Meclis aritmetiğinde bu rahatlıkları kalmadı. Eskisi gibi kolaylıkla ferman çıkaramayacakları için ondan da vazgeçecekleri anlaşılıyor.

Tayyip Erdoğan, Anayasayı tanımayacağını ilan etti. Sistem, kabul etseniz de etmeseniz de değişmiştir; fiili gücümü kullanmaktan çekinmeyeceğim” gibi sözler ediyor.

Tayyip Erdoğan’ın bu sözleri, darbe itirafı olarak algılandı. Oysa huruç harekâtı demek daha doğruydu: çünkü saldırıya geçtiler.

Biz, koalisyon; seçimler gibi başlıklarla oyalanırken Ülke bunların hiç öneminin kalmadığı bir başka uzama taşınmış bile olabilir. Ortadoğu yeniden biçimlendirilmek üzere, kan gölüne dönüştürülmüşken; Türkiye’nin bu yangının dışında kalabilmesi için hiçbir olanak kullanılmamışken ve üstelik önümüzde Yugoslavya gibi bir örnek dururken, bu öngörü fantezi sayılmamalı.

Ama biz yine de seçim tartışmalarına bakalım. Çünkü oyunun bir parçası da bu iktidar mücadelesini ilgilendiriyor.

AKP’nin, en çok üç ay sürecek geçici bakanlar kuruluna bile tahammülü yok. Seçimler sırasında Devletin parasını ve olanaklarını dilediklerince kullanamayacak olmaları onları rahatsız ediyor. Geçici bakanların AKP’nin istemeyeceği işler yapmalarını önleyemeyeceklerinden korkuyor da olabilirler.

Oysa korkmaları yersiz. Çünkü Anayasanın 114. Maddesine göre, Meclis Başkanı, partilere düşen kontenjan sayılarını Cumhurbaşkanının atadığı geçici başbakana bildiriyor; hangi partililerin Bakanlar Kuruluna alınacağına ve hangi bakanlıkları üsleneceklerine geçici başbakan karar veriyor. Partilerin bu konuda söz hakları yok. Yatırımcı Bakanlıkların AKP’ye verilmesiyle para sorunu çözümlenir. Bürokrasinin ise geçici bakanların AKP’ye ters düşecek işler yapmalarını önleyecek yeterli gücü var. Kıpırdayamazlar bile.

Bakanlar Kurulu 25 bakandan oluşuyor. Oy oranlarındaki küsuratlar nedeniyle iki üyenin hangi partiye düşeceği biraz tartışmalı. Üç üye hakkı olan MHP ise kullanmayacağını söylediğine göre geçici Başbakan, geçici Bakanlar Kuruluna 6’sı “bağımsız statüsünde” olmak üzere en az 15 kişi seçecek. CHP’ye 7; HDP’ye ise 3 üyelik kalıyor. Kesin sayıların küsurat sorunu giderildikten sonra belli olacağını burada belirtmekte yarar var.

Son anda azınlık ya da bir koalisyon sürprizi ortaya çıkmaz; savaş, olağanüstü hal gibi durumlarla karşı karşıya bırakılmazsak, önümüzdeki iki üç ay içinde seçim yapılması kaçınılmaz görünüyor.

AKP’nin 18 eksiği var. Bu sayının tamamlanabileceği uygun ortamı hazırlamaya çalışıyorlar. Bunun için biraz zaman kazanmaları gerekiyor. Davutoğlu, 39 gün top çevirdi ve görevi geri verdi. Şimdi Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağı merakla bekleniyor. Açıklama yapmadığına bakılırsa henüz düşünmemiş. Belki bugün yapacağı toplantıda muhtarlara söyler, biz de öğreniriz.