Memur aylıkları pazarı

Kadir Sev'in “Memur aylıkları pazarı” başlıklı yazısı 18 Ocak 2013 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

YÖK belgelerinin “hack”lanmasıyla gündeme gelen banka promosyonlarının geçmişi aslında 1994 yılına değin uzanıyor. Üstelik promosyon konusu yalnızca üniversitelerle sınırlı da değil.

1994 yılında Devlet Memurları Yasası’nın 164. maddesi değiştirilerek kamu çalışanlarına aylıklarının bankalar aracılığıyla ödenmesi sağlandı. Uygulama giderek yaygınlaştı. Bugün artık devlet, çalışanlarının aylıklarını bankalar aracılığıyla ödüyor.

Çağdaş bir yöntem olarak görülebilecek bu uygulama, kısa bir süre içinde bankalar arasında mevduat kapma yarışına yol açtı. Memur aylıklarının ödenmesi bile metalaştı. Kamu çalışanları başlangıçta çekingenlik gösterdiler ve aylıklarını yatırıldığı gün çektiler. Ancak, kredi kartı, ek kart, kolayca borçlanabilme olanağı tanınması gibi çekici yöntemlerle bu alışkanlıklarından zaman içinde vazgeçirildiler ve bankaların doğal müşterilerine dönüştüler.

Kamu çalışanlarının aylıklarının ödenmesi, bankalar için büyük bir mevduat pazarı. Merkezi Bütçe Yasası’na göre 2013 yılında yaklaşık 100 milyar lira aylık ödenecek. Bu tutarın içinde merkezi bütçe dışındaki yerel yönetimler gibi kurum ve kuruluşlarda çalışanların aylıkları yok. Ayrıca üniversitelerin öğrencilerden aldığı katkı payları da aynı yöntemle bankalara yatırılıyor. Bunları üst üste koyduğunuzda 200 milyar lira dolayında bir pazar ortaya çıkıyor.

Kamu idareleri ve kuruluşlarının üst yöneticileri, bankalardan teklifler alıyor ve çalışanlarının aylıklarını en çok promosyon öneren bankaya yatırıyorlar. Maaşlar, yasaya göre yalnızca kamunun elindeki Ziraat, Halk ve Vakıflar Bankası aracılığıyla ödenebiliyor. Ama bunlar bilindiği gibi yakın bir süre sonunda özelleştirilmiş olacaklar. Ayrıca kamu bankası da olsalar, bankacılığın isterleriyle yönetildikleri için pastadan pay kapma yarışına girmek zorundalar.

Kurum üst yöneticileri 2007 yılına gelinceye değin, bankalarla yaptıkları protokoller uyarınca alınan paraları, özel bütçeler oluşturarak ya da kurdukları dernek ve vakıflara aktararak hiç bir kurala bağlı olmaksızın harcadılar. Oysa 2004 yılında yürürlüğe giren 5018 sayılı Yasa ile, kamu kurum ve kuruluşlarının özel bütçe oluşturmaları 5072 sayılı Yasa ile de kurdukları dernek ve vakıflara kaynak aktarmaları yasaklanmıştı. Hiçbir kurum bu kurala uymadı.

2007 yılında çıkarılan bir başbakanlık genelgesiyle, bankalardan ek kaynak sağlanması ve harcanmasına ilişkin ilkeler, görünürde de olsa kurala bağlandı. Bankaların teklif alınarak seçilmesi, sözleşme yapılması, alınan paraların üçte ikisinin çalışanlara, kalanının ise kurumun gereksinmelerine harcanması ve uygulamanın iç denetçilerce denetlenmesi gibi kurallar getirildi. 2010 yılında çıkarılan bir başka genelgeyle de promosyon gelirlerinin tamamının kurum çalışanları arasında eşit paylaştırılması öngörüldü. Geçtiğimiz günlerde Erciyes Üniversitesi 2013 yılının ilk protokolünü yaptı. Her memura banka promosyonlarından 2 bin 350 lira ödenecekmiş. İnsanın ister istemez “emeklilerin suçu ne” diyesi geliyor.

Ancak getirilen bu kurallara da uyulmadı. Kurum üst yöneticilerinin gizli protokoller yaparak gizli kasalar oluşturmaları ve diledikleri gibi harcamaları önlenemedi. Önlenmesi de beklenemezdi. Çünkü gizli kasaları oluşturan, diledikleri gibi harcayanlar zaten üst yöneticilerdi ve kuralsızlıkları denetleyecek iç denetçiler de kendilerine bağlıydı. Dahası alınan mal ve hizmetleri, bankalar satın alıp kurumlara bağış gibi verdikleri için, yapılacak denetimlerle kuralsızlıkların ortaya çıkarılabilmesine olanak da yoktu.

YÖK belgelerinin ortaya saçılması bu önemli sorunu gündeme taşıdı. Çok da iyi oldu. Aralarında kendilerine 700 milyar liralık araba bağışlatan üniversite rektörleri bile olduğu görüldü. Onlardan biri geçtiğimiz günlerde, “Ben zenci miyim? Benim kullandığım araç orta halli bir işadamının altında bile var” demiş. Hiç zenci olur mu? Bu millet ona çok daha iyi arabalar alır. Yeter ki istesin. Ama keşke arabasını babaları zenci olan öğrencilerden alınan harçların gelirlerini kullanarak almasaydı da hiç olmazsa öğrencilerin sağlık, sosyal ve kültürel gereksinmelerine harcansaydı!

“Bilim insanı” ünvanlıların uygulamalarını gördük. Keşke başka kurumlardaki uygulamaları da öğrenebilseydik.