Düzenleyici reformlar ve OECD

Kadir Sev'in “Düzenleyici reformlar ve OECD” başlıklı yazısı 22 Mart 2013 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Emperyalizmin örgütleri denildiğinde, nedense, akıllara OECD pek gelmez. DB, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü gibi ipliği pazara çıkmamıştır. Üstelik uluslararası karşılaştırmalarda yaygın olarak OECD ölçütleri kullanılır. Bu özelliği dikkate alınırsa, neredeyse saygın bir yer edindiği bile düşünülebilir. Oysa OECD, bütün etkinliklerini yukarıda sayılan örgütlerle işbirliği içinde gerçekleştirir ve dünyanın emperyalizme eklemlendirilmesi sürecinde, sistemin esaslı araçlarından biri olarak işlev görür.

Her yıl çok sayıda deklarasyon, rehber, ülke raporları yayımlar. Yapısal dönüşümler, düzenleyici reformlar, özelleştirmeler önerir, ilkeler belirler, yol haritaları hazırlar. Emek maliyetlerinin düşürülmesini, kıdem tazminatı fonu kurulmasını ister. Üye ülkeler de bu metinleri ev ödevi olarak algılar ve gerçekleştirmeye çalışır. OECD, siyasal iktidarların yaptıklarını “iyi uygulama şablonu” adını verdiği mihenk taşında değerlendirir ve siyasal iktidarlara yeni öğütler eşliğinde karnelerini verir.

Mali araçlarla desteklenmeyen öğütlerin gerçekleşme şansının az olduğunu düşünmeyin. Bu eksiklik, sistemin öteki araçlarınca giderilir. OECD’nin “Türkiye’de Düzenleyici Reformlar” adlı raporunda bu gerçek, AB’ye tam üyelik sözü verilmesinin düzenleyici reformların gerçekleştirilmesinde itici güç olduğunu belirterek dile getirilmektedir. OECD, ülkeler üzerinde çok etkili bir kurum ve bunun son örneğini, iktidar karşıtı örgütlerin mali kaynaklarına el konulabilmesine olanak tanıyan Terörün Finansmanı Yasası’nda gördük. “Yasayı çıkarmazsanız OECD örgüt yapısındaki Mali Eylem Görev Gücü (FAFT) üyeliğinden atarız” tehdidi üzerine alelacele yasalaştırıldı.

Bu yazıda OECD’nin üç düzenleyici raporunu esas alarak Türkiye üzerindeki etki ve gücünü son 12 yıllık süreç içinde açıklamaya çalışacağım.
OECD, Haziran/2000 yılında “Uluslararası Yatırımlar ve Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ) Deklarasyonu” ve buna ek olarak Konsey kararları, rehber, uygulama esasları gibi adlarla bir dizi tamamlayıcı metin yayımladı.

Deklarasyonda katılımcı ülkelerin, ÇUŞ’ler için uygun ortam geliştirecekleri yerli şirketlere tanıdıklarından daha az avantaj tanımayacakları korumacı amaç gütmeyecekleri çokuluslu şirket yatırımlarını karşılaştırmalı üstünlük alanları yaratacak bir anlayışla yönlendirmeye çalışmayacakları ve aralarında ayrımcılık yapmayacakları sözü verdikleri belirtiliyor.

Yerli sermaye olarak adlandırılan şirketlerin ulusal refleksleri olmadığı için ÇUŞ’lere tanınan bu olanaklara karşı çıkmaları beklenemezse de, dayatılan koşulların ülke ve kendi çıkarlarına olduğunu halka yutturmak hiç de kolay değil. Emperyalizmin uluslararası örgütlerinin raporlarında bu durum da dikkate alınarak önlemler geliştiriliyor. Nitekim OECD’nin bu raporunda, propagandanın önemine dikkat çekiliyor ve “reformların dışarıdan empoze edildiği yolundaki yaygın inancın giderilmesi” için sendikalar ve STK’ları ikna etmeleri öğütleniyor.

Deklarasyonda yazılı ilkelerin “Güçlü Ekonomiye Geçiş” programıyla gerçekleştirildiğini biliyoruz. 2001 yılında gizli bir Bakanlar Kurulu Prensip Kararı adlı, yasallığı tartışmalı bir metin yayımlanarak, “Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu” adlı bir yapı oluşturuldu ve ÇUŞ temsilcilerinin iç hukuku biçimlendirecek ortamlara resmen katılması sağlandı. İhale yasası yenilendi, özelleştirmelerde deklarasyon ve rehberde yazılı kurallara uyulmasına özen gösterildi.

OECD’nin 2002 yılında yayımladığı “Türkiye’de Düzenleyici Reformlar” adlı raporunda ise “Türkiye’de ağ endüstrileri tepeden inme entegre kamu tekellerinin hakimiyeti altındadır” sözleriyle bir saptama yapılıyor ve kırılabilmesi için güçlü bir politik liderliğe gereksinme olduğu belirtilerek, şu sözlerle AKP işaret ediliyor “(...) yapısal, kurumsal ve düzenleyici reformlarda da güçlü atılımlar yapmaktadır ve söz konusu reformlar şimdiye kadar kimsenin yapmaya teşebbüs etmediği reformlardır.”

AKP 10 yıldan uzun süren iktidarı süresince, uluslararası tekellerin güvenini bir an bile boşa çıkarmadı ve bu nedenle de güçlü olabilmesi için gereken ortam hep sağlandı.

Başarı testinden geçmiş olan AKP’ye, OECD’nin 2005 yılında yayımladığı “Kamu İşletmeleri İçin Kurumsal Yönetim Rehberi” ile yeni görevler verildi. Bu görev, kamu işletmelerinin serbestleştirilmesi, özelleştirilmesi ve gerekiyorsa iflas ettirilmesi başlıklarını taşıyor.

Rehberin daha ilk paragrafında “OECD ülkelerinin deneyimleri, kamu işletmelerinin iyi kurumsal yönetiminin ekonomik olarak verimli bir özelleştirmenin ön koşulu olduğunu, çünkü işletmelerin ancak bu şekilde potansiyel alıcılar açısından cazip olacağını ve değerlerinin artacağını göstermektedir.” deniliyor. Birinci ilkesinde, kamu işletmelerinin özel sektör işletmeleriyle eşit koşullarda rekabet edebileceği bir yasal çerçeve oluşturulması öngörülüyor. Açıklayıcı notlar bölümünde ise “Kamu işletmelerinin tabi olduğu hukuksal yapı, kamu işletmelerinin alacaklılarının haklarını kullanmalarına ve iflas sürecini başlatabilmelerine olanak tanımalıdır” sözleriyle kamusal yapının bütün örgütleriyle piyasanın kucağına bırakılması öngörülüyor.

AKP’nin bu ödevini başarabilmek için yoğun bir faaliyet içinde olduğunu görüyoruz. Şimdilik PTT ve TCDD’nin “serbestleştirilmesi” için yasa tasarıları hazırladı. Bu tasarılar yasalaştığında, bugüne değin kamu eliyle görülen iki hizmet daha şirketleşecek, özel işletmelerle aynı yasal çerçevede faaliyet gösterecek kârlı olurlarsa satılacak ya da iflas ettirilerek elden çıkarılacaklar.

AKP’nin gücünü sürdürebilmesi için bu sınavı da başarıyla vermesi gerekiyor. Dilerim başarılı olamazlar.