Demokrasi ne yana düşer usta

TÜİK verilerine göre Mayıs/2014 itibariyle 15 ve üzeri yaş diliminde 17 milyon 389 bin işçi ve memur var. Bunların 3 milyon 373 bini kamuda çalışıyor. Bu sayıya, özelde görünmekle birlikte kamuda çalıştırılan 660 bin dolayında taşeron işçiyi de eklemeliyiz. Çünkü taşeronlar, işçilerin ücretleri ile SGK primi, vergi gibi yükümlülüklerini Devletten alıyor ödemeleri yaptıktan sonra belgelerini sözleşmeleri gereğince ilgili kamu kurumuna veriyorlar.

Kayıtdışı işçi sayısı ise 3 milyon 471 bin. Kamu çalışanları ile taşeron işçilerinin kayıt dışı çalıştırılması olanağı pek yok. Bu durumda özelde çalışan net 13 milyon 356 bin işçinin %26’sının, bir başka deyişle her 4 kişiden birinin kayıt dışı olduğu ortaya çıkıyor.

Bir de işsizler var. İş aramayıp çalışmaya hazır olanlar ve umutsuzların toplamı 3 milyon 32 bin. Bu sayıya ev kadını, öğrenci, emekli ya da mevsimlik işlerde çalışmakla birlikte iş başı yapmaya hazır olduğunu söyleyen 1 milyon 885 bin kişiyi eklediğimizde işsiz sayısının 4 milyon 917 bine ulaştığını görüyoruz. Bu gibiler eşin dostun merhametine sığınarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Yukarıdaki sayılara evde ekmek bekleyen aile efradını eklemezsek tablo eksik kalır.

Özelde çift bordro yöntemi çok yaygın kullanılıyor. Çift bordronun anlamı şu: işçinize daha çok ücret veriyorsunuz ama SGK primi ve vergisini az ödemek için asgari ücretli gösteriyorsunuz. Bu uygulama işçiye daha az yaşlılık aylığı bağlanmasına yol açıyor. Ayrıca kıdem tazminatını asgari ücretten ödeseniz bile başınız yargıyla derde girmiyor.

Kamuda 660 bin dolayında taşeron işçisi olduğunu söyledim ama doğru mu bilemem. Ben Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının yalancısıyım. SGK istatistiklerinde buna ilişkin veriye rastlanmıyor. Araştırmacılar sayı verirken Bakanın çeşitli yerlerdeki sözlerini referans gösteriyorlar. Oysa Alt İşveren Yönetmeliğine göre bunların SGK’ya bildirim vermesi gerekiyor. Bu bilgiler Bakanlıkta toplanıyor ama yayımlamıyorlar.

Adına ne derseniz deyin taşeronluk, işçi ağalığı demek. Devlet taşeronlara “bana şu kadar işçi getir, hizmetinin karşılığında ücret ve diğer yükümlülüklerini karşılayayım, üstüne de sana ayrıca %15 haraç ödeyeyim” diyor. Yüklenici kârı ödenmesine karşın yine de Devlete ucuza geliyor. Çünkü Taşeron işçileri kaç yıl çalışırsa çalışsın ücretleri artmıyor ücretli yıllık izin ve İş Yasasının tanıdığı hakları kullanamıyor sendikalı olmak istediklerinde işten atılıyorlar. İşçilerin köleliği üzerinden hem işçi ağası hem de Devlet çıkar sağlıyor.

Kayıt dışılık, taşeron yönteminden de beter. “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” durumundalar. AKP İktidarı kayıt dışı çalıştırmayı önlemek adına işçi ücretlerinden kesilen paralarla oluşturulan fonları işverenlere dağıtıyor. İşletmelerini geliştirirlerse kayıt dışı çalıştırmazlarmış.

Kısacası çalışanlar açısından durum pek parlak değil. Giderek de kötüleşiyor. Bu sorunları yalnızca sosyalist partiler politikalarının merkezine alıyor. Ne yazık ki onların da gücü sınırlı. Böyle olunca da partilerin seçim çalışmalarında ve Mecliste, eşitlik, kardeşlik, özgürlük gibi içeriği doldurulmamış soyut sözler uçuşup duruyor. Bunların içinde bir tek “ezilenler” sözcüğüne sıcaklık duyuyoruz ama onun da çalışanları pek kapsamadığı anlaşılıyor.

Kapitalizm, bir krizden çıkamadan bir başkasına giriyor ve açlığını gidermek için giderek saldırganlaşıyor. Düzen partilerinin görevi, sömürünün sürdürülebilmesi için elinden geleni yapmak. Bu görev konjonktürün durumuna göre kimi zaman yumuşak, kimi zaman sert olmayı gerektiriyor. Anımsayalım, 1970’li yıllarda “Toprak işleyenin, su kullananın” sloganıyla ünlenen Ecevit, 2001 yılında yasalarda yeri olmayan ve yayımlamadıkları bir Bakanlar Kurulu Prensip Kararı ile Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu adlı bir yapı oluşturmuştu. Bu kurulda sermaye ve devlet bürokratları yan yana gelip ülkenin yeniden yapılandırılması için mevzuat hazırlayacaklardı. Bu kurulun temel belgesinde iş ortamının sermayenin isterleri doğrultusunda uyumlulaştırılacağı kamu hizmeti zihniyetinin ve kamu görevlileri tavrının değiştirileceği gibi sözler verilmişti. AKP İktidarı 12 yıldır o tarihte verilen sözleri güne uyarlayıp yerine getiriyor. Bu arada bal tutan parmağını yalıyor elbette.

AKP çalışma yaşamındaki kuralsızlaştırmayı şu işçilerin canlarına okuyayım, perişan edeyim de görsünler günlerini diye yapmıyor. Kapitalizm, niyetin iyisiyle kötüsüyle değil, emeği en kolay ve en düşük maliyetle nasıl sömüreceği ile ilgilenir. Sermayenin, çalınmış emek olarak tanımlandığını hepimiz biliyoruz. Ya başka ülke halklarının birikimlerine el koyar birazını halka dağıtıp ülkenizde “sosyal refah devleti” kurarsınız ya da kendi halkınızı sermayeye yem edersiniz. İçinde laiklik, demokrasi, eşitlik gibi sözcüklerin geçtiği ninniler söylerseniz bu işin üstesinden kolaylıkla gelirsiniz. Dinsel inançları da kullanmak zorunda olduğunuzu bilmelisiniz. Siyasetteki konumunuza göre geleneksel ya da çağdaş yorumlardan birini seçeceksiniz. AKP geleneksel yöntemi uyguluyor. Muhalefetin çoğunluğu ise çağdaş yorumun kendi tabanları üzerinde daha etkili olacağını düşünüyor. Yakında “içkiyi yasaklamak günahtır” benzeri yorumlara bile rastlarız.

Üçüncü yol diyorsanız kapitalizmin dışında çözüm önermelisiniz. Yüreklice: “Ne başka halkların ne de benim halkımın sömürülmesine izin veririm” demeniz gerekir.

Kimseyi soyut içeriksiz söylemlerle kandırmaya hakkımız yok. İşte bunun için sosyalist Türkiye diyoruz.