Sıkıntı

Suriye krizi, Alevilere baskılar, bitmeyen davalar, tutuklu gençler, akademisyenler, yazarlar, çizerler, siyasetçiler… Kısacası bitmeyen gitmeyen sorunlar yumağı ve her gün o yumaklara eklenen başka başka yumaklar.

Örnek mi? Herkes biliyor, en son Rusya’dan gelen Suriye uçağını indirme gösterileri ve sınır komşularımızla yetmiyormuş gibi bir de Rusya ile de sorunların büyümesi. İnsan bir an için düşünüyor Başbakan neden İsrail’e kızmıştı diye? Hani o “one minute” çıkışı. İsrail’in bölgedeki kabadayı davranışlarını, İsrail siyasetçilerinin haddi olmadan ona buna akıl vermelerine kızdığı içindi. İsrail’e kızılır ama pek bir şey de yapılmaz çünkü arkasında ABD vardır. Peki biz? En son devlet büyüklerimiz Suriye’ye rejim değişikliği önerisinde bulunmadılar mı? Esad gitsin Mesad gelsin demediler mi? Peki bizim arkamızda kim var? Yine ABD var bir de NATO var. Diyeceksiniz “Esad adam öldürüyor”, e o zaman İsrail’de der ki, “Filistinliler toprağıma füze atıyor”. Fakat öbür taraftan denilecek ki, “İsrail orantısız güç kullanıyor”, e peki beri taraftan denilecek ki, “sizin elinizde olsa Şam’ı bir kaşık suda boğarsınız”.

Bu ve buna benzer ergin olmayan tartışmalar şimdiden bu yazının yazarına afakanlar bastırdı. Bu afakanlar iç siyasette de böyle devam ediyor. Karşılıklı Liboş / Nasyonal-Sosyalist kamplaşması ve suçlamaları çok ciddi düşünürlerimizde bile tam gaz devam etmektedir. Bir çıkmaz sokaktır ve suçladıkça, suçlanılır, sövdükçe sövülür ya da “sevdikçe sevilir”. Sen beni - ben seni, “ya hacıvatım, ya karagözüm”… hani atalarımız demiş ya, “İnsanların ağzı torba değil ki büzesin”. Gerçi o sesler “zülfikare dokunduğu” zaman büzülebiliyor da. Neyse bütün bu büzme-büzülme, dövme-dövülme, sövme-sövülme hengameleri arasında yanımızda savaş naraları, emek sömürüsü, din sömürüsü (televizyonlarda güzel kızlarla göbek atan ruhani liderler!!! mesela), kısacası insan sömürüsü artarak devam ediyor. Aslında savaşın bile demagojisi çıkmış. Savaş karşıtıysanız Esad yanlısı, ulusalcı, höt-zöt oluyorsunuz. Savaş yanlısı olursanız eğer barış elçisi, “o la paloma blanca” ya dönüşüyorsunuz. Şimdi artık buna ne cevap verebilirsiniz ki? Bu seviyeden şimdi bunun neyini tartışacaksınız ki? Ya sakin olup sinirinizi kontrol edeceksiniz ya da “ay ayy aayyyy Mamiyoo” ile başlayan bir Meksika halk türküsü dillendireceksiniz. Zaten her gün her saat siyasal erk ve yandaşlarının sinir testinden geçmek zorundasınız. Bakalım yeterli misin? Yoksa dilin fazla uzuyor mu? Günümüz hâkim ve savcıları o dili koparmak için “gizli tanığın” tek bir işaretini bekliyorlar. Bu tehditkâr tartışma ortamında neyi, nasıl söylemek gerektiği üzerinde insanların daha çok düşündüğüne inanıyorum. Fakat bir de o ne? Sol adına kurulmakta olan bir partinin yöneticisinin AKP üzerine söylediklerini duyunca o koparılması düşünülen dilimizi kendim yutuyorum.

“AKP’nin iyi yaptığı işler de varmış ve dolayısıyla bazı sol çevreler gibi hep AKP’yi kötü tarafından görmek gerekmezmiş”. Bahsedilen iyi şeylerin ne olduğunu az buçuk anlıyoruz ama buradan seslenmek gibi olmasın: “o iyi şeyler dedikleriniz sizler için yapılmıyor sayın arkadaşlar”. En fazla yapılsa yapılsa HAS Parti için yapılır. Ortada da “yetmez ama evet” gibi kocaman bir örnek var. Bunu anlatmak bayağı zor oluyor. İnanmak, umut etmek, uzlaşıya girmek istiyor belki insanoğlu. “Muhalefet et, et nereye kadar?” diyor. Anlaşılabilir bir insani duygu, bir sınıfsal reaksiyon belki ama hiçbir somut koşul ortada yok iken böyle kararlara nasıl varabiliyorlar, insan biraz zor anlıyor. Sonunda biz cahil cühelanın biraz zorda olsa anladığı, bu yeni siyasal oluşumların yeni düzenin yeni sol partileri olmak istemeleri oluyor. Yeni düzeninin siyasetini, iyi yönetişim modelini, küresel politikaları, neo-liberalizmi sorgulamıyorsanız niye olmasın? Bir tanıdığımın dediği gibi, “ABD barışı diğer barış seçeneklerinden daha iyidir”. Peki, o zaman demek lazım. Ne söylenebilir? Tartışılabilir. Ama bir sonuca ulaşmayacağı aşikârdır. Hem sonra kimin haklı kimin haksız olduğu bu aşamadan sonra ne fark eder? Belki Türkiye’yi ilgilendirmeyen bir mesele yüzünden ABD ve AB’nin baskısıyla Türkiye savaşa girecek. 4+4+4 yeni öğretim sistemi, üniversiteleri daha fazla piyasalaştırmaya yönelik yeni YÖK yasası, nasıl bir değişiklik olacağını bilemediğimiz yeni Anayasa çalışmaları, tutuklu öğrenciler, tutuklu siyasetçiler, tutuklu siyasi fikirler vs… bütün bunlarda çabası. Doğru 28 Şubatın nemenem bir şey olduğunu, askeri vesayetin Türkiye siyasetinin baş aktörü olduğunu, anti-emperyalist solun her versiyonuna ulusalcı yaftası yapıştırıp hepimizin ne kadar demokrasi düşmanı olduğumuzu gösterdiniz. Çok istiyorsan söyleyeyim: “peki, sen haklıymışsın şampiyon!” Oldu mu? Mutlu musun?