Kadıköy’den çıkış yok mu?

Bir maç tezahüratı olarak içerdiği anlam “burada kazanamazsınız, burada biz yeneriz” olsa da, hatta birazcık “yenmekle de kalmayız ha...” içerse de, bir süredir Kadıköy’de kalmaya niyetli polise karşı verilen mücadelede, “buradan çıkış yok”u tersten söylemek gerekiyor sanki.

Polisin girmesini ve kalmasını istemediğimizden, çıkışı göstermemiz lazım. Kendi sahamızda kazanmanın yolu bu: Deplasmana gelen yenilir, kendisine yer bulamaz ve çıkar gider. ‘Buraya giriş yok!” stratejisine uygun bir oyun planıyla. Halkı kulübede tutma lüksümüz olmadığını bilerek.

Ne ilgisi var Fenerbahçelilikle, valla tarafsız gözle söylüyorum konu Kadıköy olduğu için, nasıl ki sarı lacivertli tribünlerin müthiş bir baskı altına aldığı rakip ne yapacağını şaşırır, taktiklerini filan unutmuş hale gelir, bir sinir harbi içerisinde topu bırakıp adama oynar, sertleşir, oyun disiplininden kopar ve sonuçta hırs içinde dağılır, yenilmiş ve deplasman fobisi yüklenmiş olarak gider, işte öyle.

Tabii bu Fenerbahçe söz konusuysa, sadece teorik olarak böyledir. Tersi pratiğe çok tanık olunmuştur. Bazen o tezahürata rağmen ev sahibi takımın eli ayağı dolaşır, silikleşir sahada, kazanacak mecali yoktur. Ya da, takım öyle dökülür ki, tezahürat kesilir, seyirci takıma sırtını döner, hatta yuhalar. İkisinin de yerli yerinde olduğu durumda da, yanlış taktik ve saha dizilişi hüsrana yol açabilir.

Demek ki, destekleyenler ve sahadaki takım arasında, maçı kazanmak isteği ve mücadelesi açısından, futbolda akıl anlamına gelen taktik dahil, bir bütünün parçaları olma, bir uyum gerekir. Sahadaki takımın bir hedefi olması, bir sonraki maçının anlam taşıması, sezon sonuna kadar iddiasını sürdürmesi, taraftarıyla karşılıklı güven ilişkisi kurması önemlidir. Gazozuna maç, ter idmanından öte anlam taşımaz.

* * *

Futbolun takım-seyirci ilişkisi, sosyolojide ve devrimci pratikte, tam anlamıyla “bütün takım”a dönüşür, hepsi sahaya çıkar. Karşılaşma, iktidarla takım kadrosu değil, halk arasında cereyan etmelidir.

Son olarak Ahmet Atakan’ın ölümüne yol açan polis terörünü protesto için Kadıköy’de toplanan halka, Haziran sürecinde pek rastlanmayan şekilde müdahale edildi.

“Kadıköy deplasmanı”, sembolik bir söylemdir tabii. Bütün Türkiye’nin polisin deplasman alanı olduğu, olması gerektiği gerçeğini karartmamalıdır. Ama gene de buradan gidelim.

Polis terörüne, dolayısıyla, AKP iktidarının hakimiyetine, her yerde olduğu gibi Kadıköy’de de çıkışı göstermek, giremeyeceği alan daraltmalarla, ille futbola tahvil edeceksek top çevireceği boşluklar bırakmamakla, sahanın her yerinde pres uygulamakla mümkündür.

Girecek yer bulamaması! Duracak yer bulamaması! Yani, boğadan tutun, Moda burnundan çıkın, her meydanda, her sokakta, bizi görmesi, sığışacak boşluk bulamaması.

Bu, Kadıköy’ü hem reel hem mecazi anlamda insan doldurmak demektir. Bu, her evdeki her pencerenin kulak uğuldatan tezahürata katılarak sokakları desteklemesi demektir.

Bugün için, durum buna yakınsa da, defansta ve ofansta akılcı bir taktikten yer yer kopmaların getirdiği gedikler söz konusu.

Evet, çoğu zaman eğleniyoruz o pembeli morlu pek çılgın genç görünümlü sivillerin haline bakıp, evet bölgeye özel üretilmiş sloganlara, duvar yazılarına büyük sempati var. Ama bir yandan da, yoğun gözaltılar, ev baskınları, ölümcül saldırılar yaşanıyor.

İşte Gezi’nin en büyük gücünü, halkı arkasına alabilmesini sağlayan meşruiyetinin önemi burada ortaya çıkıyor. Herkesçe anlaşılır bir hedef, herkesin bildiği bir duruş. Ve saldırıya uğradığında isyan duygusu yaratan bir haklılık.

Örneğin AKP binasını kuşatmak gibi, neye yarayacağı, nasıl bir amaca hizmet edeceği zerrece anlaşılmaz bir “eylem”, bu meşruiyet çizgisinin bulanması, giderek destek bulamaz olması riskidir. Bunun karşısında, yine örneğin, sürekli voltalarla habire GBT sorgusuna girip polisi küçülten ve dalgasını geçen, bakıldığında daha az militanca duran ama çok daha etkili ve cesur bir eylem türü yaratıldı.

Şuraya bir barikat kurup ateşler yakalım demek, bir çağırıcı öncülük değildir. Saldırıya karşı önlem amaçlı barikata, halk pencereden ev eşyasını atarak destek verir. Biri “olaya” heyecan katmaktır, biri meşruiyete halkı katmak.

Futbol diliyle tezahürat, sahadaki oyunun yansıtıcısıdır bir noktada. Desibel düşüyorsa, işler iyi gitmiyor demektir. Takımla araya bir kama girdi demektir. Seyirci sahaya inmekte duraksıyor demektir. Rakip, kendi oyununu kabul ettirip, takımın taktiğini bozuyor demektir.

Kadıköy’ün boğası, kırmızı gazına gelmez, “oley”ini rakibe çektirmez!

Burada belki genel olarak park forumlarına dadanan siyasetsizlik illetinden, ya da bizatihi bu forumların niteliğinden, “hareket her şeydir”ciliğin hareketsizliğe dönüşümünden bahsedilmeliydi. Belki Taksim Dayanışması’na, yine bu politik hedef belirleme yeteneksizliğini oraya havale ederek örtmek üzere, hedef ve kapsamı unutularak yapılan “gel gel”lerin mesnetsizliği üzerinde durulmalıydı. Belki kendi darkafalı hesaplarını hareketin genel çıkarlarının önüne geçirmeye yeltenen kasaba çığırtkanları teşhir edilmeliydi. Bütün bunlar da eylem bileşeninin etkin parçaları çünkü. Ama sırası değil.

Artık Gezi’nin ötesinde bir hareketin farkına varılmalı. “Her Yer Taksim”in bir gönderme dışında geride kaldığı, “hat”tan “satıh”a geçildiği anlaşılmalı.

Bu topyekün bir iktidar karşıtı ayağa kalkışın öncü çarpışmalarıdır. Geçen hafta, bu sonbaharın bizim için de çok sert geçeceğini söylediysek, iktidar da bunu fark ettiğindendir. Nitekim bunun emareleri sırf Kadıköy’e yüklenişlerine bakıldığında bile belirgindir.

Dolayısıyla, çok daha akılcı, önderliği belirginleşmiş, disiplini koordine edilen, öne düşenin çekip götüreceği bir savrukluğa meydan verilmeyen, halkın güvenini kazanan, militan çıkışlardan asla çekinmeksizin meşruiyeti gözeten bir örgütlülük, genel kitlenin kendiliğinden inisiyatiflerini de bir potaya dökebilme becerisi, can alıcı önemdedir.

Şimdi bunun gerçekleşeceğini göstermenin işaret fişeği, polise “burada duramazsın, çık dışarı” demek üzere, bugün yapılacak mitingde onlara ayak basacak yer bırakmamaktır.

Polis Kadıköy’den ve her yerden, bunun eşiti olarak AKP ülkeden kovulacaksa, “Hükümet İstifa” ilk adım sloganıdır. İlerisi vardır, gerisi yoktur...