Müsekkine çağıran kalk borusu

Görebildiğim kadarıyla, son günlerde kamuoyunu “heyecanlandıran” üç şey oldu. Ekrem İmamoğlu’nun, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kullanımındaki kiralık araçları sergilemesi; Canan Kaftancıoğlu’nun duruşması; ve en sarsıcısı, iki rap parçası…

Ekrem İmamoğlu, yüzlerce aracı Yenikapı Meydanı’na teşhir amaçlı park edince, “hırsız AKP” ile hesaplaşmaya başlamanın politik heyecanıydı ilki. Görünen ve beklenen böyleydi ve bu “iyi bir şey”di. Ama o araçların kiralandığı şirketlerle bağlantılar, o uçuk benzin masrafları, o “lüküs hayat”, birilerinin bizi soyduğunu göstermiyordu da, dinen de haram olan “israf”tı İmamoğlu’na göre. “Soyguncu”dan hesap sormak gibi algılanması, şimdi bir süreliğine otopark olmuş Yenikapı’nın ruhuyla uyuşmazdı. Sınırını, “müsrif”liği önlemekle çekmişti ve dediği gibi, bu “politik bir şey değil”di.

Ama olsun, kamuoyu, hesap sorulacakmışçasına heyecanlanmıştı işte, sonrası pek öyle olmasa da, “birşeylerin değişeceği” duygusuyla tatmin sağlanmıştı…

Canan Kaftancıoğlu, hepinizin bildiği ve kabul edilemez bir dizi tumturaklı gerekçeyle yargılanıyordu, 9 yıl 8 ay 20 gün hapis cezası aldı. Kamuoyu, hükmün böyle kesilmesine, hiçbir hafifletici sebebin gözetilmemesine, cezanın ertelenmemesine yol açan şeyle ilgilendi daha çok. Duruşma öncesi, “elinde hazır mütalaayla geldiği görülen savcının anımsattığı” bir şiirden bölüm okumuştu Kaftancıoğlu. Nâzım’ın Peyami Safa ile ilgili ünlü polemik şiiri “Bir Provokatör Üstüne Hiciv Denemeleri”nden, “âdetim değildir… efendisine kızıp uşağını dövmek”li pasaj.

Kaftancıoğlu, tabii ki “asla yalnız yürümemesi” gereken bir dava karşısındaydı, kamuoyunun yakın ilgisi doğaldı. Nitekim, bu şiir de epeyce paylaşıldı, laf oturtma övüldü. Lâkin, okunan bölümde, Nâzım’ın uşağı değil efendiyi dövme tutumu, savunmada Kaftancıoğlu’ndan gelmedi. Normaldir, ceza almamaya yönelik, daha korunaklı bir dildi karşımızdaki. Yanlış anlaşılmıştı, devletimize, Atatürk’ün de bulunduğu makama, şimdiki sahibine hiçbir hakaret söz konusu olamazdı. Mesele, artık “yeni bir mevsim”e girilmesinden iktidarın korkusuydu…

Kaftancıoğlu, “dokunulmaz”larla bir derdi olmadığını, şimdiki otoriter iktidarın değişimi için mücadele ettiklerini açıklarken, sadece cezadan kurtulmaya çalışmıyor, amacın kurulu düzenin aktör değişiminden ibaretliğini açıkça ikrar ediyordu aslında.

Ama olsun, kamuoyu, düzen değişecekmişçesine heyecanlanmıştı işte, tatmin duygusu sağlanmıştı…

Sonra, eşzamanlı iki rap parçanın klibi girdi gündeme. Milyonlarca dinlendi/izlendi, kutlandı. Bunun üzerinde biraz duralım.

Öncelikle, rap müzik, yapısıyla, edasıyla, hoşlandığım bir tür değil. Bunda, “sıfır kulak sıfır ritim” sahibi olmamın, sözleri anlamayışımın da payı vardır belki. Bunu teslim etmekle birlikte, “siyahî”lere dayandırılan her köken, “alttakilerin, bastırılanların isyanı” temalı her atıf, derin “varoş, sokak kültürü” analizleri, bir sempati kaynağı olamıyor benim için. Tek başına bunlar olumlamaya yetseydi, işler hayli karışırdı. Lümpen ağız, delikanlı tavır üzerinden biçim-içerik örtüşmesi meselesine girmeyelim. Protest müzikle efkâr basmış âsi genç arasındaki farkları da konuşmayalım. Şimdilik, müzik akımlarını kantara vurmayalım, her biçim her içeriği işleyebilir deyip öyle bakalım.

Çünkü, kamuoyunu heyecanlandıran, Ezhel’in “Olay”ının ve esas olarak da Şanışer’in 17 rap müzisyeni arkadaşıyla birlikte -bireysel dışavurumcu tarzın, ortak bir ürün kolajıyla kollektifleşmesi- hazırladığı “Susamam”ın sözleriydi. Yani, bir tarz ve o tarzın müzikal yetkinliği değil, sözel içerikti ilgi çeken.

Her iki parça da, yaşadığımız zaman diliminin sürgit sorunlarına dikkat çekiyor, özellikle Haziran Direnişi’ne, polis şiddetine, hukuksuzluğa gönderme yapıyor. “Susamam”, episodlar halinde kurgulanmış ve trafikten kadına şiddete “sosyal problem” başlıkları, birer rap sanatçısı tarafından işlenip, birbirine bağlanmış. Bütün kötü şeylerin sıralanıp, bunların “susanlar, aldırmayanlar, kendi dalgasına bakanlar”dan oluşan bilinçsiz bir toplumun eseri olduğunu varsayan uyarılarda bulunuluyor. “Müzik seni eğlendirsin, gerçeklerden uzaklaştırsın istiyorsun” dediklerine “şamarlar atılıyor”.

Herkesin duygu ve düşüncelerine, öfke ve tepkilerine yol açan şeylerin sıralanması, bunların tanınmış müzisyenlerce, popüler olmuş bir tarzda dile getirilmesi, elbette küçümsenecek bir “harekete geçirici, buluşturucu” değildir. Nitekim viral hal alması bunu gösterir. Ama viral bir hal alan başka bir şey de var. İlk iki “heyecan” dalgası, bu rap müzisyenlerinin anlık cesaretine kaynak olabilir mi diye düşünüyor insan. Bulaşıcı olan tek şey cesaret değildir, giden/gelen hesabına durmak ve ummak da bulaşır, o zaman “cesur çağrı”ların yön tabelası değişir.

Peki, İmamoğlu’nun, Kaftancıoğlu’nun hak ettiğini, neden bu iki parçadan esirgeyelim? Pişmiş aşa su katmamak için mi? Moğollar’ın “Bir Şey Yapmalı!”sına, “iyi de, ne yapmalı” demişiz bir kere…

“Susamam” 15 dakika filan -neyse ki altyazılıydı benim gibiler düşünülerek mesaj gitmeyen kalmasın denilmiş- haliyle bu kadar uzun sözlerin tek tek değerlendirmesi burayı hayli aşar. Ama, muarız olarak “duyarsız bireyler”i alan “kötülükler” silsilesinin yaşatacağı özdeşleşmenin etkisi, açık konuşalım, kamu spotu yayınları kadardır. “Aferin çocuklara, cesaretle bizim de hislerimizi paylaşıp isyan etmişler” tıklaması ve sonra köpürüşün sönüşüdür. Suskunların, “Susamam” paylaşarak konuşup, iç huzura ermelerinde beis yoktur.

Sokaklardaki yoksullar, evsizler kanayan yaradır evet. Ya emekçiler? Bütün bu kötülüklerin kaynağını gösteremesinler, kabul; çözüm de öneremesinler, şart değildir; ama yahu, hani onlara reva görülenler? Onlar kadraja girememiş. “Kodamanın parasını ateşe ver”elim, üniversite mezununun “yer gösterici” olmasına kızalım. Sonra? Bütün mesajlar, sınıfsız “hepimizin bindiği gemiyi kurtaralım”a çıkarsa?

Ama olsun, kamuoyu, devrimci yükseliş âfakı sarmışçasına heyecanlanmıştı işte, gerisi biraz daha cesur sanatçılarla gelirdi nasılsa… Biz ki, sanatçı kişiliğine büyük saygı duyduğum Alpay’ın “Fabrika Kızı”ndan devrimci duygu üretmiş bir neslin ahvadıyız.

Her ne kadar, içlerinden Miraç olarak bilineni, parçayı “aşırı uç siyasi kesimlerin paylaşmasını, nemalanmasını” istememiş, Kamufle kod adlısı “farkındalık yaratmak istedik” demiş ve bir çuval inciri berbat etmişlerse de, asıl tüyü lider Şanışer dikti. Hiçbir siyasi düşünceye yakın ya da karşı varsayılmamaları konusunda hassasiyet istedi… Eh. “Anlatandan dinleyen arif gerek” derler, galiba durum bu, dinleyenler anlatanlardan politik… “Aksaray bir semttir”e kadar yolu var.

Bütün bu olup biten ve senkronizasyon bir plan-proje kekreliği yaşatıyorsa da, gene de “toplumsal sorunlara duyarlı” davranmış bir grup rap müzisyeni, toplumun bunu yapıtlarına yansıtanlara duyduğu ihtiyacı karşılamakla iyi etmiş diyelim. “Müziğin birşeyleri değiştirebileceğine inanıyoruz” dizesini de takdir edelim.

Ama, toplumun duygularına tercüman olmak, kötülükleri sergilemek, bir anlamda deşarj kanallarında yitip gidişin aracı olacaksa, hep böyle olduysa, o dile getirilenlerden, kulağı çekilen “andavallı”ları sorumlu tutmakla yetinmeyeceksek, bir mücadele konusudur da. Biz, örgütlemeye çalıştığımız isyanı, düzenle hesaplaşmaya taşımakla mükellefiz. Bir gün birini, bir başka gün diğerini kahramanlaştıran alıklaştırıcı rehabilitasyon çarkını kırmak zorundayız. “Bizimle gel” diyenlerin nereye çağırdığını soracağız elbet, izmarit toplamakla kalmayacaksak.

Bakın AKP cenahına. “Niye bu parçalarda FETÖ yok, 15 Temmuz yok, bunlar Diyarbakır’daki annelerin isyanını örtme çabalarıdır” filan deyiverdiler hemen. Onlar böyle derken, biz de, hiçbir şeyi beğenmeyen sinamekiler olarak, bu iyi niyetlilere mi yükleneceğiz? Bu soruya, karşımızdaki örgütlü gücün sınıf mücadelesinde hiçbir ayrıntıyı es geçmeden refleks mevzi alışı olarak bakarsak, evet…

Evet, kamuoyunu son günlerde “heyecanlandıran” şeyler böyleydi. Son yazıda, “Türkiye’nin devrimi çağırdığı süreçteyiz ve bu meselenin çözümü gündeme gelmiştir” demiştim. Hayale yer yok, bunlar onun parçası değil, bariyeridir. Düzeni  makyajlama hevesidir. Müsekkine çağıran kalk borusu, çaresizliğin çürük dala meyledişi.

Ama biz, gerçeğe dönelim. Yarına, 10 Eylül’e bakalım. Bütün kötülükleri tarihin derinliğine gömecek, insanlığı özgürlüğe, kurtuluşa taşıyacak biricik seçeneğin, sosyalist devrimin partisi, 99 yaşını dolduracak, 100 yaşından gün alacak. Heyecan burada, birşeyleri değiştirecek ihtilalci isyan burada…