Çözümü gündeme gelmiş bir mesele

Esnek bir dalı eğerek
ve parmaklarımızın üzerinde
hafifçe yükselerek
koparıp alır gibi ballı inciri
biz hazırız.

-Mehmet Barış-

Hep masallarda gökten üç elma düşecek değil ya, birkaç ay önce, rutin taşınma işlemleri sırasında kitapları kolilere aktarırken, bir raftan, hani “bu bir işaret olmalı” denir, işte öyle, üç broşür düştü. Daha doğrusu, aynı broşürün üç ayrı basımı.

Arnavutluk Emek Partisi’nin (AEP) o zamanki merkez komitesi sekreteri ve siyasi büro üyesi Ramiz Alia’nın, 1978 yılında Marksist-Leninist Bilimler Enstitüsü’nce düzenlenen “günümüz dünyasında gelişmeler ve sorunlar” konulu bir oturumda sunduğu raporun, AEP tarafından hazırlanıp dolaşıma çıkarılan İngilizce çevirisiyle, Türkiye’de o dönem AEP çizgisini benimseyen iki ayrı siyasal hareketçe basılan Türkçe çevirileri. Muhtemel ki, başka baskıları vardır.

Broşürün içeriği ve bu raporun sunumundan birkaç yıl denebilecek kadar sonra, Ramiz Alia yönetimindeki Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti’nde yaşanacaklar, konumuz değil.

Türkçe çevirilerden birinin başlığı, İngilizce çevirinin karşılığına daha uygundu: Devrim – Çözülmek İçin Ele Alınmış Bir Sorun. Diğeri, benzer anlamda kullanılmış gibi görünse de, “ele alınma” ifadesindeki “subjektif etken”den, “objektif etken”e geçen bir yorum da taşıyordu: Devrim: Çözümü Gündeme Gelmiş Bir Mesele…

Türkiye, aslında uzun yıllardır açıkça görülebilecek bir şekilde bu iki başlığın bileşkesi. Ve baştan söyleyelim son sözü, bu, yalnızca, birkaç gün sonra 99 yaşını doldurup 100’üncü yaşına adım atacak bir partinin,  Türkiye Komünist Partisi’nin varlığıyla kurulabilecek bir denklemin sonucu.

Çünkü devrim, bir cakalı söz, koşullar “gerçekçiliği”ne uyarlanarak rafa kaldırılacak bir süs eşyası, ne zaman geleceği belirsiz bir “sırasını bekleyiş”e terk edilecek hayal, eskilerde kalmış bir hoş sadâ, gönüllerde müstesna bir yer ediş, özlemler toprağına gömülmüş bir fantezi değil TKP için. Devrim, bu partinin gündemine çözülmek üzere girmiş, her şart altında hayata geçirmek için ele alınan bir sorun. Bir sabit fikir. İnsanlığı barbarlığın pençesinden çekip alacak zorunluluğa vurgu.

Evet, devrim bir zorunluluktur ve bu çözülmek için ele alınmış bir sorundur, uçucu, şarta bağlı, kof lafazanlık mezesi değil. Bu yüzden, Türkiye’nin sosyalizm alternatifi ete kemiğe bürünebiliyor, somutlanabiliyor, öncü adresini bulabiliyor. Seçimleri, sandıkları, istatistikleri fersah fersah aşan bir düzlemde.

Yine çünkü: Türkiye’nin yüzölçümü bugün feryat figanla ölçülüyor, duymayan var mı? Bir kız çocuğunun, annesi ölmesin diye yalvarma feryadı bugün bu ülke. Bir annenin, yaşamak isteyiş figanı. Çocuğun ve annenin cellat bıçağına gücünün yetmeyişi. Bebeğine mama çalmak zorunda kalan babadır dün feryat. Atanamayan öğretmen intiharıdır figan. Kendi dahli olmayan zilleti sineye çekemeyen yoksul onurun kendi canına kıyışıdır. İnşaatlarda, tezgâh başlarında, motorsikletlerde, kamera arkasında öldürülen emekçilerin çığlığıdır yeri göğü tutan. İşsizliğin, açlığın, çöp tenekelerinin âhıdır. Türkiye’nin ağaçları, ırmakları, sokak hayvanları, doğal yaşamı feryat figan. Tarihi, kültürü, toplumsal değerleri, cumhuriyeti paramparça. Bağımsızlığı, kamu kurumları haraç mezat. Pedofilinin, tecavüzlerin sırtının sıvazlanmasına, kadın aşağılamasının, yobaz sapkınlığın fetvalaştırılmasına feryat figan Türkiye.

Keşke bunlar, etki güçlendirici ajitatif tanımlar olsaydı. Oysa, yaşanılan gerçeğin çok küçük bir kesiti sadece. Ve artık Türkiye, bir sosyal fay hattının kırılmasına, sarsıntılara gebe. Yalnızca biyolojik bir varlık değil tehdit altındaki. Onur, iyilik, vicdan, dayanışma, etik, akıl saldırıya uğruyor.

Bir daha çünkü: Madalyonun öbür yüzü, “bunlara seyirci kalmayan”, bizzat sebebi olan sermaye sisteminin sahiplerinin, bir avuç para babasının, vurguncunun, yiyicinin giderek semirmesi, palazlanmasıdır. İktidarıyla muhalefetiyle, doz ve renk değişiklikleriyle, bu düzenin siyasal temsilcilerinin biricik rolü, bunun böyle sürmesine en küçük halel gelmemesidir. İktidarlar değişse de, sistem korunmalıdır.

Ama artık mızrağın çuvala sığmadığı noktaya geliyoruz.

Ekonominin, bir avuç parababasının kârına kâr katmakla emekçilerde mutlak bir yoksullaşmanın ötesinde açlığa mahkûmiyetin atbaşı gittiği çarkları teklemeye, avunmalara yer bırakmamaya başlıyor. Gericiliğin tevekkül yayma enstrümanları, bir dilim ekmek karşısında geçersizleşmeye başlayacak, bulgur pilavının yanına soğan kıramamayı örtemeyecek.

Piyasanın dişlileri gıcırdamasın diye pompalanan insan kirlenmesi, vandallık, artık isyan fitiline ulaşmak üzere. Ulaşmak zorunda. Gericilik, yeryüzündeki sömürünün gökyüzü hurafeli aklayıcısı olarak bundan nasibini alacak.

Vahşice bir cinayeti cep telefonuna kaydetmekle yetinenlere, selfie çekenlere, katile arka çıkan “kanaat önderleri, sosyal medya fenomenleri”ne, her kötülükle empati kurmamızı, “kimseyi ötekileştirmeme”yi salık veren “derin entelektüel”lere iyi bakılırsa, arkalarında sırıtan bir kapitalizmin insanlığı öldürüşü giderek daha net görülecek.

Ülkemizi kaplayan bütün bu melânetler karşısında, düzen partilerinin hiçbir çözüm üretemeyeceğini söylemiyoruz yalnızca. Sorumlusu onlardır, efendileridir diyoruz. Ve bunu siyaset meydanında yegân yegân dile getirebilen tek parti var. Bütün sayısal hesaplara, uzlaşma çağrılarına, ilkesiz ittifaklara, teslimiyet rüzgârlarına bir an bile dönüp bakmaksızın, “aynı gemide değiliz” diyebilen, seçimlerden, sandıklardan bağımsız, genel siyasal yelpazede sosyalizm alternatifini yükselten tek parti.

Bu yüzden, eğer karabasan günlerinde bir umut varsa, bir çıkış varsa, bir gerçek varsa, 100 yaşından gün alacak bir sınıf partisi de var diyedir. Bu parti, insanlığın sosyalizme mecbur olduğunu, bunun bir tunç yasa olduğunu dile getirmekten hiçbir gerekçeyle vazgeçmediği içindir. Yepyeni bir hayat, değişecek bir dünya için iyi insanlara, temiz kalplere çağrı yapan çocuk masumiyetiyle bir bayrak yükselttiği içindir. Düzenin bütün ninnilerini susturduğu, uyanma vaktini haber verdiği içindir.

Nedir peki bugün bize, şimdi, tam da vazgeçişler, uzlaşmalar, yetinmeler, kabullenmeler, “normal”e diz çöküşler dört bir yanı sarmışken, türlü sataşmalara direnerek, her zamankinden daha fazla, devrimin, sosyalizmin güncelliğinde ısrar ettirten? Nedir sosyal medya “tık”larıyla, her gün üzerimize boca edilen kötülükler arasında kaybolup, yarınki bugünkünü, bugünkü dünkünü unutturan “felaketler”i kanıksamaktan, nasır bağlamaktan alıkoyan? Nedir, yama dikiş tutar mı, biraz nefes aldırır mı umuduyla, bir zincire halka olmayı reddettiren?

Arayış ile temas buluşmasıdır devrimin ebesi.  Giderek artan oranda düzenden umudunu kesiş ve karanlığın cenderesinden çıkış özlemi, hayatın her alanında, meydan meydan, fabrika fabrika, sokak sokak, mezra mezra TKP eliyle taşınan gerçeklere, umuda elle dokunuyor, temas ediyor. Sadece seçim çalışmalarıyla, kampanya dönemleriyle değil, bir sürekli mücadelenin, inadın, yorulmadan, usanmadan, vazgeçmeden devrim ve sosyalizmde ayak diremenin merhale kaydetmesinin kaçınılmazlığıdır bize bunu söyleten.

Türkiye ve dünya, kapitalizmin dayattığı barbarlığı daha fazla sineye çekemez. Ne dinselleşmenin yaydığı itidal ve kir, ne binbir aritmetik hesapla düzen partilerine bel bağlayışlar bunun önünü alabilir. İnsanlık, doğa, kültür, sanat, özetle yaşam, kapitalizmin tek vaadi olan yıkımla hesaplaşmaya oturacaktır er geç. Zamanıdır.

Objektif etkenin, subjektif etkenle birleşmeye başladığı, cinin şişeden çıktığı bir süreçte olduğumuzu, yakın zamandaki gelişmeler gösterecektir.

Broşürlerin ilkindeki başlıkta ısrar eden bir parti, ikinci broşürdeki başlığın yürürlüğe girmesinde anahtar rol üstlendiğini göstermiştir.

Devrimi, çözülmek üzere ele alınan bir sorun olarak gören TKP, “biz hazırız” demiştir. Ve devrim, çözümü gündeme gelmiş bir meseledir şimdi…