Bitti mi yani? Ya da endişedeki umut...

Siyaset ve iktidar mücadelesinin, Haziran Direnişi’nin dışında da çok bileşeni, alanı var ve o noktaya takılıp kalmak, seçimlere doğru yeni hesapların belirginleştiği, aktörlerin rol değişimi yaşadığı, kartların yeniden karıldığı bu dönemde, bazı hamlelere yanıt verememek riski taşır. Bir dönemeç olarak önemi tartışılmaz olsa da, artık bir yeni evreye geçirilmesi, yeniden dizaynı gerekiyor halk hareketinin. Ve bir süre, belli ki yeniden “kurmaylar” düzeyinde seyredeceği varsayılan bir siyaset-ideoloji mücadelesi uzanıyor önümüzde. Artık bunun kitlelere mal edilmesi için bir tutamaktır aslolarak Haziran Direnişi.

Saat 21:00 olduğunda, pencereler kararıp aydınlanmıyor mu pek? Tencere tava havası çalınmıyor mu komşuda? Akşam yemeğinden sonra “hazım amaçlı” bir Kadıköy-Taksim yürüyüşüne çıkmıyor mu aileler? Dövizler, flamalar, pankartlar, bayraklar seyreldi mi hayatımızda? Biber gazı, TOMA, barikat, plastik mermi gündelik rutinin bir parçası değil mi bir süredir ne? Telefonlar, sosyal paylaşımlar, duvarlar, asfaltlar heyecan dozunu yitirdi mi? Eski dostla, yeni edinilmiş arkadaşla buluşulmuyor mu eylem sokaklarında yer tarifiyle, eskisi gibi? Parklarda oturacak banklar bile bulunur mu oldu? Alkışlar, sloganlar, düdükler çınlatmıyor mu meydanları?

Ne oldu? Sönümleniyor, bitiyor mu “Gezi” süreci? Ramazan’a, okul tatillerine, yazlık bölgelere göçe bağlamak olur şey mi?
Bu gözleme bağlı sorulardan endişe sızıyor bu aralar. Yine mi olmadı? AKP bu vartayı da atlattı ve hayat normale mi döndü? Külleniyor mu onca öfke? Boşa mı gitti?

Yavaşça uç göstermeye başlamış bir umut yitimi, hayal kırıklığı...

Yer yer süren, ama bu çapta bir kalkışmadan sonra hayli cılızlamışlık izlenimi veren eylemler, mücadelede yitirilenleri anmalar, yargılar, gözaltılar, baskınlar gidermiyor bunu, yetmiyor... Bir boşluğa düşme hissi var orta yerde. Ne yapacağını bilememe.
Bir çırpıda hükümet devrilmedi, Tayyip gitmedi!

Demek ki, “bu daha başlangıç” kısmı o sloganın, “mücadeleye devam” faslında bir gerileme gözlendiğinde anlamsız gelecek kadar, siyaseten kavranamamıştır. Dolayısıyla, geniş kitleler nezdinde böyle bir eğilim, son derece normaldir. Kendiliğindenliğin gelip dayanacağı bir nokta vardır. Örgütsüzlük tedirginliktir, kısa erimliliktir. “Gezi”de kalmaktır.

Çok değil, iki ay önce, kimsenin böyle endişeleri, kırıklıkları yoktu oysa. Çünkü, dinginlik, umursamazlık, böyle gidercilik sürecek sanılıyordu. Kabullenmişlikti sosyal atmosfere baktığınızda göze çarpan ağırlıklı hal.

Şimdi durulmuşluktan rahatsızlık duyan, “acaba”lar üreten bir halkın varlığı bile, bütün negatif yaklaşımları, pozitif bir sürecin yaşanmışlığına bağlayacağımız umudu vermelidir. Daha geniş alanlara yayılabileceği görülmelidir.

“Eylemsizlik” haline geçiş, yanıltıcı olabiliyor böyle anlarda. Yeniden yükseleceği, artık sokağa alışıldığı bir tarafa, siyasal düzlemde çok yoğun ve en az çatışmalar kadar sert bir mücadele sürüyor halbuki. Mesele, eylemlilikte sınanmışların, bir siyasal örgütlenme olarak bu mücadelede de yer ve rol almasını mücadelenin hiçbir biçiminde, halkın dışarıda ve habersiz kalmamasını sağlamaktır. Eylemlerin seyircisi olmaktan nasıl çıktıysa, “Gezi bitti, siyaset bitti”ye sıkışmaktan da öyle çıkacaktır.

Böyle anlar, siyasetin, analizin, tecrübenin, örgütlü aklın, öncünün öneminin bir kez daha kendisini gösterdiği, sahneye çıkıp ön almasını zorunlu kıldığı anlardır işte.

İki ay öncenin kıpırtısızlığı, bugünün endişesine dönüşen bir duraksamadan, nitelik olarak çok farklıdır. Başa dönülmemiştir, endişe varsa. “Yenildik mi”nin, “kazanamadık mı”nın altında, “mücadele ettik” vardır çünkü. Ve sırf bunun adı bile kazanmaktır...
Endişeden umut çıkarmak, siyasetin, örgütün işidir. O direnişin öncesindeki manzaraya bakanların aklının ucundan geçmeyen kalkışmayı öngörmek, sokağı sezmek, ona göre mevzilenmek de örgüt işiydi!

Eylemlerin en cıvcıvlı anında bile, “bunun yarını da var” demişiz, kendiliğinden tepki hareketinin sınırlarına dikkat çekmişiz. İlle örgüt demişiz.

Şimdi o aşamadayız. Örgütlü gücün zerrece endişe duymayacağı, zaten hazırlıklı olduğu aşamada.

Kimsenin “enseyi karartmasına” izin verilmemeli. Seçimlere kadar, an itibariyle bir soluklanma evresine girdiği düşünülen Türkiye, özellikle sonbaharda tekrar tekrar sarsılacaktır.

Ama bu yaklaşan evrede, örgütlenmişlik çok daha yakıcı bir ihtiyaç olacaktır. Tepkiselliği bir program etrafında örmek, yığınsal hareketi yönlendirebilmek, böyle gel-git anlarında bilincin kararlılığını ve öngörmenin rahatlığını hâkim kılabilmek, bir sonuca odaklanabilmek, karşılıklı hamleleri analiz edebilmek gibi, siyaset arenasında cereyan eden bir mücadeleyi ilmek ilmek örmek, yalnızca devrimci örgütün işidir çünkü.

Örgüttür, endişeleri bertaraf edebilecek, güven tazeleyecek ve devamlılığı sağlayacak olan.

Münazaralar, fanteziler, koreografiler, nazenin teatiler, bir hareketin içindeyken varlığını sürdürebilen, sönüp gidici “girdi”lerdir, o kadar. Haziran Direnişi’nin bittiği değil, “Gezi”den çıkarak aşama kaydedeceği noktadayız.

Yenildik mi endişesi duyan bir halk varsa, kazanacak örgütün hiçbir eksiği, engeli yoktur. Durgunluğu paylaşması dışında...
“Bu daha başlangıç” bilincinin siyasal ifadesini, “mücadeleye devam”ın araç ve yöntemlerini endişelilere taşımaya, gayrimeşru hükümeti istifaya çağıran kampanyayla başlamaya, “hava ve zemin” müsait...