Raflarında kitaplar ağlıyor

Okumayı seven her İstanbullu Mephisto kitabevini bilir. Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi’nin orta yerinde, kitapseverlerin uğramadan geçmediği yerlerden biridir burası.

Doksanların bu küçük kitabevi, şimdi Beşiktaş, Beyoğlu ve Kadıköy’de her biri aynı zamanda birer kafe olarak işletilen dört büyük mağazaya sahip. Hatta mağazaların birinin üst katları apart otel olarak işletiliyor.

Yılların Mephisto kitabevi şimdilerde hatırı sayılır büyüklüğe ulaşan, açacağı yeni yerle toplamda yüze yakın işçinin çalışacağı bir işyerine dönüşmüş.

Biraz demokratlık, biraz kitapsever solculuk olsa da belli ki artık girişimcilik ağır basmaya başlıyor.

Neden mi?

Biz sermaye birikimi diyoruz. Biriktiği yerde kendi sınıfını yaratıyor.

Bu birikim, Mephisto’da bildik geleneksel sınıf refleksleri veren adlı adınca bir patron ortaya çıkarmış. Üstelik kendisi patronluk yapmayı sevmeye de başlamış.

Yoksa mağazada çalışanların yaşadıkları sorunları önce konuşmaya, sonra çözüm için yol aramaya başlaması neden rahatsızlık yaratsın ki?

Peki çalışanların çözmeye çalıştıkları sorunlar nelermiş? Bu hafta Beşiktaş mağazasının önünde yaptıkları basın açıklamasında anlattılar.

Bir, günde sadece 9 lira 60 kuruş yemek ücreti alıyorlar. Bu paraya öğlen yemeği olmaz. Olursa sağlıklı olmaz.

İki, yaptıkları iş gereği gün boyu ayaktalar. Kendilerine dinlenme için gösterilen tuvalet duvarına bitişik depo kenarına iliştirilen bir masa ve sandalyeye “ayıp yahu” diyorlar.

Üç, güvenlik kameralarının yöneticiler tarafından mağazanın güvenliği için değil, çalışanların baskı altına alınması için kullanıldığını söylüyorlar.

Dört, her an işsiz kalma tehdidi altında olduklarını söylüyorlar. Üstelik bu risk gerçek olmuş. İşten atılanlardan ikisi Cumartesi gününden bu yana Beşiktaş mağazasının önünde.

Ne yaptı peki Mephisto çalışanları? Her sorun yaşayan işçinin yaptığını yaptı, yani örgütlendi.

Örgütlenmenin, Mephisto’da da dünyanın en kötü şeyi olarak değerlendirileceğini tahmin ediyorlar mıydı bilemiyorum ama öyle karşılandılar.

Bildik patron taktiklerine tanık oldular. Bir ikisini sallandır, bak nasıl hizaya geliyorlar! Üçünü beşini yanına çek, bak nasıl bölünüyorlar! Olmadık bir saatte herkesi toplayıp “sizin maaşlarınızı evimi ipotek ederek ödedim” diye ağla, bak nasıl vicdan azabı çekip yelkenleri suya indiriyorlar!

Hepsini denedi Mephisto’nun patronu.

Oldu mu peki?

İşten çıkardığı işçilere iki gün sonra “birinizi alırım diğerinizi almam” diyorsa, İstanbul’un en işlek caddelerinden birinde yeni mağazasını açtığı gün “şirket zor durumda” diye demagoji yapıyorsa, insan hakları savunuculuğu, demokratlık, solculuk bir yanda patronluk diğer yanda duruyorsa, bu iş olmadı.

Üstelik çalışanların talepleri karşılanmayacak şeyler değil. Yemek ücretinin arttırılması, insanca dinlenme alanı, kamera tacizine son verilmesi ve atılan arkadaşlarının geri alınması. Bunlar kimseyi batırmaz. Belli ki refleks, bu taleplerin birlikte dile getirilmesine. Mephisto’da da patron, çalışanların birlikte hareket etmesini istemiyor. Ne istiyor? Gelip kendisinden, ya da atadığı müdürden ricacı olsunlar. Onlar alamaz, istersek biz veririz! Tavır bu. Sonra… Sonra aynı tas aynı hamam.

Mephisto çalışanları iyi bir şey, gurur duyulacak bir şey yapıyor. Örgütleniyor. Örgütlü olmak kitap okumak gibi güzeldir. Yanlarındayız.