Patronun adamları

Benim yaşımdakiler, onları 1970’li yılların politik Türk filmlerinden hatırlar.

Cüneyt Arkın ve Tarık Akan’ın birlikte oynadığı “Maden” filminden örneğin.

Ocakların patronları, ayağa kalkmış madencileri sindirmek için en acımasız yöntemlere başvurduğunda, grev çadırlarının üzerine kurşun yağdıran işte onlardır.

Bu sahnenin, kim bilir kaç kere, gerçeği yaşanmıştır bu ülkede?

Kaç yürüyüş, miting, grev çadırı, kaç haksızlığa dikleniş karşılarında onları bulmuştur?

Bazen bir evin önünde pusuya yattıkları olur. Tıpkı DİSK’in kurucu Genel Başkanı Kemal Türkler’in kapıdan çıkmasını bekledikleri 22 Temmuz 1980 sabahında olduğu gibi.

Bazen de bir fabrikanın önündedirler. Tıpkı Netaş işçisi İbrahim Benlioğlu’nun göğsüne nişanladıkları mermiyle, üzerinde “işçi arkadaş” yazan bildirilerin vardiyadan çıkan Otosan işçilerine ulaşmasını engelledikleri, 13 Mart 1980 sabahında olduğu gibi.

Onlar, patronun adamlarıdır!

***

Bazen sendikacı kılığına girer, işçiyi denetlerler. Patronun kurallarına uysunlar diye…

Sanayi bölgelerini tutarlar. İşçi başkaldırıp fabrikadan fabrikaya yürümesin diye…

Bir gün Bursa’da Renault işçileri, bu sendikacı kılığındakilere isyan edip fabrikaya kapanır. Eyleme geçen işçilere destek olmak için gece vardiyasından çıkan Bosch işçileri Renault’a yürür. O akşam yürüyüşe geçen işçilerin, fabrikanın kapısına ulaşmasını demir sopa ve çubuklarla engelleyenler onlardır.

Başka bir gün Çerkezköy’de patronun istemediği sendikada örgütlenen işçiler, yine onlar tarafından vardiya çıkışlarında tehdit edilir durur.

Onlar, patronun adamlarıdır!

Onlar hep kapıyı bekler!

***

Bazen işçi görünümündedirler.

Örneğin mesai arkadaşları Darphane’de grevdeyken, Genel Müdür’ün çağrısı, cemaatin kararıyla, daha ikinci gününde grevi kırıp işbaşı yaparlar. Hem de kapıdaki arkadaşları, içeriye kanunsuzca sokulmaya çalışılan para pulu taşıyan kamyonların önüne kendilerini atarken…

Bağcılar’da aynı şantiyede birlikte çalıştığı Kürt inşaat işçisiyle, sırf kendi dilini konuşmadığı için, aynı yatakhanede yatmayı, aynı yemekhanede yemeyi reddeden de onlardır.

Onlar patronun adamlarıdır!

Çoğu zaman bilerek ve isteyerek, kimi zaman da kullanılarak, hep patrona hizmet ederler!

***

Bazen de esnaf kılığındadırlar.

Beyoğlu’nda restoran işletmecisi olur bir tanesi. Eline aldığı palayla, biber gazından kaçan kadınları kovalar. Polis sırtını sıvazladığında dünyalar onun olur. Fas’a kaçmasına göz yumulup yurda hemen dönemeyince de mağdur…

Ya da Eskişehir’de bir fırıncı olarak karşımıza çıkar. Ali İsmail’i tenhada kıstırır. Palası yoktur ama sopalıdır. Vurur ha vurur… Polise bırakmaz işi.

Onlar, patronun adamlarıdır!

Dükkanlarının bulunduğu sokakta, patronun düzeninin bekçiliğini yaparlar!

***

Onlar son olarak ODTÜ’de ortaya çıktılar.

Bu sefer hiçbir kılığa girmediler.

En çirkin halleriyle dikildiler çocuklarımızın karşısına.

Patronlarının iş makinalarını korudular önce. Etrafında zincir oluşturdular.

Ardından, bir gece önce sökülen yüzlercesinin yerine ODTÜ’lülerin diktiği fidanları kopardılar.

Sonra da o fidanları dikenlere saldırdılar.

“Belediye işçileri eylemcilere saldırdı” diye verdi olayı penguen medyası.

Oysa hiçbir kılığa girmemişlerdi bu sefer.

Apaçıktı, çırılçıplaktı hepsi.

Hepsi “patronun adamıydı”.