Tarihe nakşolmak

10 Kasım 2018 anmasında Anıtkabir Özel Defterine Cumhurbaşkanı tarafından yazılan dört tümcenin üçüncüsü, “Cumhuriyetimizin 95'inci seneyi devriyesinde açılışını yaptığımız İstanbul Havalimanı tarihe nakşolmuştur” şeklindeydi. 

Bir önceki tümcede de “…Türkiye Cumhuriyeti'ni dahili ve harici bedhahların saldırılarına rağmen dünyanın en güçlü ve müreffeh devletlerinden biri yapma yolunda kararlılıkla yürüyoruz” ifadesi geçiyor.  

3. Havalimanının tarihe nakşının özel bir günde özel bir deftere yazılan dört tümceden biri olmasının anlamı ve amacı ne birkaç yüzeysel başlıkla açıklanabilir ne de o 95. senesi devriyesine gönderme yapılan cumhuriyetin yıkılmasından soyutlanabilir. 

Bugün toplumun içine itildiği emperyalist işbirlikçiliğinden, sermayenin sınırsız tahakkümünün işlediği piyasacılıktan ve her türlüsünün kök saldığı gericilikten ise hiç soyutlanamaz.

Hani o öne çıkarılan ad konusuyla bakarsak, adı “Atatürk” olan havalimanının yıkımına karşın adı “İstanbul” olan havalimanının yapımını Mustafa Kemal’e hitaben yazmak “1923 Cumhuriyetinin ve niteliklerinin yerinde yeller esiyor”un haberidir aynı zamanda.   

İhtiyacı, kararı, büyüklüğü, projesi, ihalesi, teklif fiyatı, doğa tahribatı, teknolojisi, Limak-Kolin-Cengiz-Mapa-Kalyon Ortak Girişim Grubu (İGA AŞ), 25 yıl işletilmesi, yolcu garantisi, sermayeye aktardıkları/aktaracakları gibi özelliklerle neleri içeriyor? Bir güç simgesi rolü biçilerek dikkat toplamasıyla neleri temsil ediyor ve neleri saklıyor havalimanı? Bunlara bakmadan da olmaz.

Havalimanın tarihini Ortak Girişim Grubu da yazmıyor, devlet de… Yazamazlar da…

Onlar ancak kapitalist dünyalarının alfabesini abartılarla, şovlarla kullanırlar; yolsuzlukları gizleyip bolca kazanırlar. O kadar. Havalimanını kendileri yapmıyorlar. Yapamazlar da…

Havalimanını işçiler yapıyor, emekçiler yaratıyor o büyük teknoloji bütünlüğünü. 

O emekçiler ki insana layık olmayan ağır koşullarda ve iş baskısı altında çalışıyor, yetersiz besleniyor ve sağlıksız barınıyorlar; soruşturma geçiriyorlar, gözaltına alınıyorlar, haklarında "görevi yaptırmamak için direnme", "iş ve çalışma hürriyetinin ihlali", "kamu malına zarar verme" gibi suçlamalar yöneltilip iddianame hazırlanıyor; sakat kalıyorlar, işçi cinayetlerinde yaşamları sona eriyor.

Samsun MAKRO işçilerinin dediği gibi, “içerideki zulümden kimsenin haberi yok”.

İstanbul Havalimanından gelen son haber 32 yaşındaki işçi Seyithan Kaya’nın asansör boşluğuna düşerek yaşamını yitirmesiydi. 

Batağın içinde mücadele ediyorlar ve üretiyorlar.

Emekçileri yaygın olarak kimlerin gündemde tutuğuna bakarsak, sermaye sınıfını ve siyasi iktidarı görürüz:

Esnek, kısmi zamanlı, güvencesiz ve düşük ücretle çalıştırmayı, krizlerine ve keyiflerine göre işten çıkarmayı, siyasetlerine göre “devlet düşmanı” ilan ederek yargısız infazı, bütünüyle de sömürmeyi düşünürler ve gereğini yaparlar.

Emekçilere yüklenirken, örgütlü mücadelelerinin önünü kesmek, sınıfsallığı kırmak isterler; çoğunluğun azınlığa kulluğunu isterler.    

Düzen medyasının ve dinselliğin desteğini de yanlarına alırlar. 

Yapıştırıcı unsurları “uzlaşma”dır; karmaşık, iç içe ağlarla dolu uzlaşma. Seçimden seçime medet umulan, her seçimde milyonları sandığa gömen rolü de başta olmak üzere düzen muhalefetinin ve reformlara bel bağlayıp özel günlere sığınanların işbirliğiyle ortaya çıkan uzlaşma.

Emperyalizme karşıyım deyip NATO hakkında, milletini sevip özelleştirme hakkında, zulme ve adaletsizliğe karşı olup kapitalizm hakkında, AKP’ye karşı olup düzen hakkında söz etmeyenler de uzlaşma havuzunu büyütüyor.  

Uzlaşmacılar, ödünlerini ve zaaflarını biriktirip büyütürken düzene toz kondurmayan; sınıfsallığı unutan,  unutturanlardır. 

Sonuçta, toplumsal denetimin yerini toplumun her yönüyle denetiminin ve gözaltında tutulmasının aldığı, devletin ve hukukun da bu düzene destek verdiği bir yönetim içinde yaşıyoruz.

Hukukun yalnızca CBK’ler ve diğer idari düzenlemeler ayağının değil yasama ayağının da ortak olduğu bir destek bu. Bir gerçek var ki parlamento katıksız destek veriyor sömürü düzenine.   

Sermayeden yola çıkarak, dinselliğe söz söyletmeyerek, bu ikilinin kaptanlığındaki gemide yer alarak sömürüden ve gericilikten kurtulmak olanaksız. Düzene bel bağlamak, zaten kandıran düzen içinden umut aramak kendi kendini kandırmaktan, aynı zamanda toplumsal sorumluluktan kaçmaktan ve toplumu kandırmaktan başka bir şey değil. 

Geçmişin yükselen günlerine sığınıp kalmak da aynı kapıya çıkar. Her şey olağan dışıyken olağanmış gibi davranma salgın hale geldi.     

Tarih bunların hepsini yazacak.

Havalimanını üreten, sömürülen, ezilen, yaralanan ve yaşamlarını kaybeden emekçiler unutulmayacak.

O emekçiler sınıflar arası mücadelenin arenası yapıyor havalimanını, daha da yapacak.  O emekçiler katledilen cumhuriyetin değil ama sosyalist cumhuriyetin kazanımı yapacak havalimanını.

Tarihe nakşolmak, tarihin sınıfların tarihi olduğunu unutmamaktan, cumhuriyetin ve aydınlanmanın tasfiyesine karşı direnmekten, yurtseverlikten, eşitleştirilmiş ve özgürleştirilmiş bir düzen hedeflemekten, sosyalizme yönelmiş bir devrimci strateji için mücadele etmekten geçer.