Allahın emriyle … oyunuzu istiyoruz

Milletvekili ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Başkanı AKP’li Mehmet Kasım Gürpınar, “Erdoğan’ı desteklemenin imanın gereği” olduğunu ifade ettikten sonra daha ağırıyla devam ediyor, mahşerde hesap sormamaya kadar gidiyor. Emanet ehline verilmezse mahşerde hesap sorulacakmış.

Bir yandan da kamu görevlilerinin ve araçlarının AKP’li adaylara desteği, diğer adaylara kösteği devam ediyor. Merkezi idareler ve belediyeler halka hizmet götürürken hizmetin doğası gereği muhalif adaylarla ve onların seçim çalışmalarıyla karşılaşırsa hizmet duruyor.

Başka bir kaotik ilişki AKP Genel Başkanının mitinglerinde ortaya çıkıyor. Gidilen kente binlerce güvenlik görevlisi taşınıyor, tıpkı binlerce kişinin başka kentlerden taşınması gibi. Ulaşım geniş alanlarda aksadığı gibi güvenlik aramaları da artıyor.

Yalnızca o kentin öğrencileri ya da kamu görevlileri yığılmıyor miting alanına. Başkentten ve başka illerden bürokratlar da görev (!) başında…

Gerekçe açık: Başkanın olduğu yerde hizmette eksik ve kusur olmaz. Çünkü başkan tek başına yürütme yetkisine sahip, çünkü başkan devletin başı ve “devlet başkanı” sıfatıyla “Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder”.

Peki, “serbest ve eşit” genel oy esası nerede? Herkese uygulanıyor da neden başkana ya da partisine uygulanmıyor?

Peki, başkanın seçim konuşmaları siyaset değil mi? Buna karşı yapılması gereken siyaset neden cumhurbaşkanına hakarete takılabiliyor?

AKP’li milletvekilinin açıklamaları bir yandan dinsel ceza/ödül müessesesi üzerine kurulurken diğer yandan yukarıdaki sorulara da yanıt veriyor.

Din ile bilimsel dünya görüşü ve aydınlanma arasındaki uzlaşmazlık, seçimler ile hukuk ve serbestlik ilkesi arasındaki uyuşmazlıkla koşut.

Seçimlerde serbestlik ilkesi serbestlik özgürlüğü olarak anlaşılıyorsa, o zaman neden o özgürlük yalnızca AKP Genel Başkanına ve AKP’lilere var?

Birçok örnekte, son olarak da seçimlere giren Türkiye Komünist Partisi ilçe başkanı ve de belediye meclisi üyesi adayının, AKP Genel Başkanının gittiği kentte provokasyon iddiasıyla -ifade tutanağına geçen haliyle “örgüt propagandası yapmak” suçuyla- gözaltına alınmasında olduğu gibi serbestlik ilkesi ve hukukun birilerine çalışıp başkalarına çalışmadığı “Anayasa”lı düzendeyiz.

Seçimlere giren bir partinin ilçe başkanı ve adayı partisi için örgüt propagandası yapmayacak da kim yapacak?

Seçim kampanyası seçim öncesinde adayların seçilme şansını artırabilme amacıyla yapılan çalışma. Seçim kampanyası yaptırılmadığı zaman ya da bir parti genel başkanının serbestliği ve güvenliği nedeniyle kısıtlamalar ve baskılar başladığı zaman yapılanın adı seçim, yapılan iş de seçme işi olmaz.

Seçmen ile partiler ve adaylar arasındaki “seçim bağı” eşit koşullarda kurulmadıkça, din gibi, devlet başkanı gibi, devlet gibi faktörler bir parti için çalışmaya başladıkça seçme ve seçilme hakkından söz edilemez. Seçmenin ve muhalif siyasetin seçim kampanyasında ve oy kullanmada herhangi bir baskı altında olması serbestlik ilkesini bozar.

Basın yayın organlarının bu hakkı ve serbestliği bozan yaklaşımları da, adaletsizlik ve “yandaş” sözcüğünü hak etme anlamında ayrı bir tespit ve eleştiri konusu.  

Dünya işlerini tanrısal buyruk ve yasaklara bağlayarak değiştirilemez hale getirme, basit çıkarların değil sömürücü düzenin yöntemi olarak kullanılıyor.

Dinle ayrımcılık yapma ile makamla, güçle ayrımcılık yapma buluşunca sınırsız tahakküm hortlar. Sermaye sınıfının gücü alt edilmedikçe demokrasi sığınmalarıyla sömürücülerin tahakkümünden kurtulmak olası mı?

İnsanlığa vurulmuş para ve gericilik boyunduruğu elbette emekçi halkın örgütlü gücüyle kırılıp atılacak.